31 Ocak 2010 Pazar

Victoria ve Albert Müzesi'nin moda bölümünü tanıyalım


Birkaç gün önce Londra'da V&A Müzesi'ni gezerken, yukarıdaki leopar desenli elbiseye rastladım. Hadi bakalım size 10 puanlık uzman sorusu: Bu elbise ne zaman yapılmış?

Siz sorunun cevabını düşünürken, hemen belirteyim, aslında bu yazı, leopar desenin geçmişine bir yolculuk olacaktı, ama V&A'den söz etmeye başlayınca bir anda konu ve yön değişiverdi.


Londra'da gezilip görülecek bir sürü müze, tarihi bina, cadde, park, alışveriş yapılacak yer var, dolayısıyla eğer sadece birkaç günlüğüne Londra'ya gittiyseniz, kısaca V&A diye bilinen Victoria ve Albert Müzesi'ne sıra gelmeyebilir. Oysa modayla, özellikle moda, tekstil ve kostüm tarihiyle ilgileniyorsanız, girişi ücretsiz olan bu müzeye mutlaka zaman ayırmalısınız, çünkü Lady Diana'nın 1989'da Hong Kong ziyaretinde giydiği beyaz, incilerle süslü meşhur "Elvis" elbisesinden bir sürü tarihi kostüme Vivienne Westwood, Alexander McQueen, Julien MacDonald gibi İngiliz modacıların tasarımlarına ve hatta Dior, YSL, Chanel gibi ikonik moda evlerinin haute couture kıyafetlerine kadar geniş ve zengin bir moda koleksiyonuna sahip bu müze. Üstelik giriş bedava!



Biliyorum, hemen ajandalarınızı çıkardınız, Blueberry, Iphone ve bilumum akıllı telefonlarınızı açtınız, pembe çiçeklerle süslü "Things to do" listenizi elinize aldınız ve "Londra'ya gidince V&A Müzesi'ne uğramayı unutma!" diye notunuzu aldınız, ama müzeye gitmeden de görebileceğiniz şeyler var, sağolsun internet! V&A Müzesi'nin web sayfasına giriyor, oradan "Fashion, Jewellery & Accessories" bölümüne tıklıyorsunuz ve karşınıza bir hazine çıkıyor. Tıklanıp incelenecek, bakılacak, izlenecek, "Vay canına!" denecek bir sürü şey var burada.

Müzenin modaya ayrılmış 40 numaralı salonuna genel bir bakış videosuyla başlayabiliriz turumuza:

The Fashion Gallery from Victoria and Albert Museum on Vimeo.

"Yapılacak Şeyler" (Things to do) bölümünde çeşitli online ve interaktif etkinlikler var. "Fashion in Motion" bölümünde V&A Müzesi'nde yapılan bazı defilelerden fotoğrafları görebilirsiniz. Bunlardan en sonuncusu 11 Aralık 2009'da gerçekleştirilmiş ve hemen dikkatimizi çekiyor, çünkü Erdem Moralıoğlu'nun defilesi! İlginizi çekeceğinden emin olduğum diğer bir bölüm, gelinlik modasına ayrılmış.

Web sitesinde keşfedilecek daha bir sürü yer var, artık bundan sonrası sizin merakınıza kalmış. Son olarak, müzenin kolleksiyonunu tarama konusunda birkaç ipucu vermek istiyorum. Tarama sayfasının adresi şöyle: http://collections.vam.ac.uk/

"Peki burada ne arayalım, ilgi çekici şeyleri nasıl bulalım?" diyorsanız, şu anahtar kelimeleri deneyerek başlayabilirsiniz:
* dress (elbise)
* fashion (moda)
* moda tasarımı çizimleri
* shoes (ayakkabı)
* suit (takım)
* Chanel
* Dior
* leopard

Son tarama sonuçlarında karşınıza çıkacak ilk elbise, işte bu yazının başındaki leopar desenli elbise. Ne zaman yapıldığını sormuştum yukarıda, cevap: 1936 yılı dolaylarında.

Benim "moda tasarımı çizimleri" diye adlandırdığım tarama sonuçları özellikle tasarımla ilgilenen ve stilistlik becerilerini geliştirmek için çalışanların ilgisini çekecektir. İşte bir örnek, 1948-49'a tarihlenen, Marjorie Field'in bir gece elbisesi çizimi:


Son olarak, 1930'ların başından kalma aşağıdaki Chanel elbiseye bir bakın. Keira Knightley Oscarlara giyse hiç yadırganmaz herhalde!

Leopar desenli kıyafetlerin tarihi bir sonraki yazının konusu olsun...

26 Ocak 2010 Salı

Karen Mulder'la 90lardan günümüze DIY selamı

Başlık biraz garip oldu, hemen açayım. Karen Mulder'ı, "eli belinde" pozlarını bir yazıya konu ettikten sonra daha yakından incelemeye almıştım ki, takip ettiğim moda bloglarında son dönemde rastladığım birkaç DIY projesini birebir çağrıştıran resimlerini gördüm ve sizinle paylaşmak istedim. İlk iki resim Vogue Amerika'nın Eylül 1992 sayısından.

 Çatal iğnelerle süslü bu bere bana hemen Laçin Tenel'in çengelli iğneli keçe kolyesini hatırlattı. Bluzundaki zincir detaylar ise Siu'nun tam da bu zincir detayları ele aldığı yazısını ve omuzları zincirlerle süslü kıyafetini getirdi aklıma.

Bu resim de aynı dergi, aynı sayıdan. Bu her bir tarafı düğmelerle bezeli ceket ve şapka bana Stil Direktörü'nün DIY tasarımlarını hatırlattı, yanılıyor muyum?


Bu resim Fransız L'Officiel dergisinin taa 1987'deki bir sayısından. Karen Mulder'in burada daha 17 yaşında (bazı kaynaklarda doğum tarihi 1968 olarak veriliyor, o zaman 19) bir genç kız olduğuna inanabiliyor musunuz? Bu tüylü omuzlar neyi hatırlattı bana? Tabii ki, Laçin'in "deneysel" tüylü omuzlar çalışmasını!

14 Ocak 2010 Perşembe

Karen Mulder ve "eli belinde" pozları

İnsanın ergenliğe adımını attığı gençlik yıllarında dinlediği müzikler, okuduğu kitaplar, seyrettiği filmler ömrü boyunca zihnine kazınır ve beğenilerini şekillendirir. Moda ve modeller de öyle olmalı, çünkü benim aklıma manken/model denince hep o 90'lı yılları kasıp kavuran süpermodeller ve onların sundukları kıyafetler geliyor. "Süpermodel" tanımının yaygın şekilde ilk olarak kullanıldığı o nesil, Cindy'si, Claudia'sı, Naomi'si, Linda'sıyla unutulmaz. İşte 90'ların süpermodelleri arasında, yüzünü hemen hatırlayacağınız ama ismi yukarıda saydıklarıma göre nispeten daha az bilinen Karen Mulder'den söz etmek istiyorum bu yazıda. Daha doğrusu, Karen Mulder'in verdiği "eli belinde" pozlarından. Hemen, YSL sonbahar kış 1996 defilesinden bir örnekte görelim.



Mankenler için "yürüyen askı" tabiri kullanılır, son tahlilde epey ruhsuz ve katı, ama bir o kadar da doğru bir niteleme. Bizde hep mankenlerin o abartılı yürüyüşleri ti'ye alınır, ama kendinizi bir defilede çekim yapan kameraman veya fotoğrafçının yerine koyup o lensin gözünden mankene baktığınızda bu yürüyüşün gayet makul ve son derece önemli bir gerekçesi olduğunu göreceksiniz. Sonuçta amaç mankeni ve üstünde taşıdığı kıyafeti "görmek" ve görmek için bakmak gerek. Fashion TV'deki defile videolarında mankenlerin başlarına odaklanın mesela. Podyumun sonundaki kameraya doğru yürüyen mankenlerin başlarının neredeyse hiç yukarı aşağı zıplamadığını, düzgün ve kamera tarafından rahatça takip edilecek bir şekilde hareket ettiğini göreceksiniz.İşte, Christian Dior sonbahar kış 1992 haute couture defilesinden bir enstantane:


Bu da bizi, mankenlerin verdikleri "poz"lara getiriyor. Bunlardan, manken yürüyerek podyumun sonuna kadar geldikten sonra durarak hafif yana döndüğü poz, flaşların patladığı, fotoğrafçıların en iyi kareyi yakalama şansını elde ettikleri poz denebilir. Orada, o birkaç saniye içinde sanki zaman durmuştur. Burada manken ya "eli belinde" pozuna geçer, ya da, aşağıda Karen Mulder'i Sarli'nin 1994 sonbahar-kış haute couture defilesinde yaptığı gibi, vücudunu bir yay gibi hafifçe kırar ve ellerini iki yandan arkaya doğru bırakarak salınır.


Bu andan sonra manken podyumda geriye doğru yürüyüşüne başlar, ama tam döndüğü anda omzunun üstünden kameralara son bir veda pozu şansı vardır. İşte Karen Mulder'ın yukarıdaki pozun hemen ardından arkaya dönerek verdiği poz, İtalyan Book Moda dergisinin Temmuz 1994 sayısına kapak olmuş.


Benim "eli belinde" diye adlandırdığım poz, 90'ların sonuna kadar oldukça popüler olan, ama 2000'lerde suratlarında anlamsız, robotik bir ifade, kollarını sallamadan yürüyen sıfır beden mankenlerin yayılmasıyla gözden düştüğü anlaşılan bir poz. Bir insanın fotoğrafının çekilmesi, bir mankenin podyumda yürümesi, doğal olmayan bir şeydir, sonuçta bir kurmacadır ve çoğu insan bundan rahatsız olur. Mankenler profesyoneller ama onlar için de, ellerini ne yapacakları sorunu geçerli. Ellerini sağa sola sallayabilirler, ellerinde çanta, şemsiye, eldiven gibi bir aksesuar taşıyabilirler, varsa pantolon, ceket veya mantonun cebine koyabilirler. Bir de, ellerini bel veya kalçalarına dayayabilirler. Eski moda dergilerini karıştırır, defile fotoğraflarına bakarken, Karen Mulder'in işte bu "eli belinde" pozunda ne kadar başarılı olduğunu farkettim. Aşağıdaki fotoğraf benim bu yazı için seçtiklerim arasında en beğendiklerimden biri. Karen'i Chloe'nin ilkbahar yaz 1992 defilesinde, kat kat eteği taşlarla süslenmiş, göğüs kenarı kar tanesi şeklinde işlemelerle bezeli, mini mini çıtı pıtı bir elbise içinde görüyoruz.




Evet, bu yazının konusu kürk modası, 90'ların modası veya Karen Mulder değil. Bu yazının konusu, Karen Mulder'in 90'lı yıllarda verdiği "eli belinde" pozları. Şimdiye kadar Karen'i iki kez, defilede podyumun sonuna gelince verdiği eli belinde pozlarla gördük. Öte yandan, yine artık gözden düşmüş gibi görünse de 90'larda epey popüler olan bir podyumda yürüme tarzında bir el belde iken diğer el hafifçe salınır. Aşağıda Karen'ı Dior 1992 haute couture sonbahar-kış defilesinde görüyoruz. Önümüzdeki günlerde bir yazıda ele almayı düşündüğüm mavi-kahve uyumunun mükemmel bir örneği bu kıyafet. Bordo-mavi çiçek desenli kumaştan takımın mavisi, kürk şapka ve ceketin kürk yaka ve manşetlerinin koyu kahvesi... Birbirlerine çok yakışmışlar.


Moda bloglarında genelde bol görsel, az yazı oluyor. Benim blogumda ise hem görsel hem de yazının bol, hatta biraz fazla bol olduğu hissine kapılıyorum. Bu nedenle kendi kendime bir kural koydum, blogumda bir-iki resimli kısa yazıların sayısını arttırmaya ve mümkünse bir yazıda 6 resimden fazlasına yer vermemeye çalışıyorum. Bu yazı da böylece kotasını doldurdu, ama benim Karen Mulder, 90'ların modası ve  "eli belinde" pozları üstüne daha çook yazasım var. Kısmetse ikinci bölümde...

12 Ocak 2010 Salı

Yaka bütünün yerini tutar mı?

Aşağıdaki resme, tıklayarak büyütmeden önce çabucak bir göz atın ve sonra okumaya devam edin.

Ne gördünüz?

Yeşil gözlerini size dikmiş bakan güzel bir model, mavi çiçeklerle bezeli bir yatağa uzanmış, yanında bir sürü Barbie bebek var, ellerini yandan parlak saten gri bir kumaştan yapılma pantolonunun cebine sokmuş, beyaz bir bluz giymiş, üstünde kürk yakalı bir manto...


Yoo, hayır! Üstünde beyaz bir bluz yok modelin, sadece beyaz bir bluz veya gömlek yakası ve yakanın çevresinde bir bölüm mevcut. Eskiden gömlek yaka ve manşetlerinin kolalandığı devirde, ceketin içine böyle gövdesi olmayan gömlekimsi yakalar giyermiş hali vakti yerinde olmayanlar, o hesap.

Sadece beyaz gömlek değil eksik olan, ilk bakışta modelin kürk yakalı bir mantosu olduğunu sanmıştık ya, tekrar bakınca anlıyoruz ki sadece kürk yaka mevcut, manto filan yok ortada.

Modelin adı Lydia Hearst, bu fotoğraf da Self Service dergisinin 29 numaralı sayısında yayınlanmış bu arada...

11 Ocak 2010 Pazartesi

Bir kürk manto birden fazla süpermodelin üstünde

Jennifer Lopez'in New York'ta Times Meydanı'nda yılbaşı gecesi verdiği konser öncesi ve sonrasında giydiği rakun kürkü manto hakkındaki yazımı şöyle bitirmiştim: "Rakun demişken, Viktor+Rolf'un 2006 kolleksiyonlarındaki bir rakun kürkü kaban bence modern bir kürk nasıl olmalı sorusunun en güzel cevabı. Daha sonra çeşitli editoryallerde birçok süpermodel tarafından da giyilen bu kürkü bundan sonraki yazımın konusu yapayım en iyisi ben." Şimdi bu sözümü yerine getiriyorum.

Önce, Viktor ve Rolf'ün kendi defilelerinde görelim bu kürkü:



Leopar desenini nerede olsa tanırsınız, yine vaşak, tilki kürklerinin de kendilerine özgü desenleri, renkleri vardır, ama rakun, daha tekdüze bir kürk. İşte Viktor ve Rolf, bu kürke muhteşem bir hacim kazandırmışlar. Kollardaki bombeler dikkat çekici. Aynı şekilde beldeki fiyonklu kemer mantoya hareket katıyor, kürkün yumuşak ve tüylü dokusuyla bir kontrast oluşturuyor.

Blogumda Caroline Trentini'ye o kadar yer verdim ki şimdi içinizden bazılarının "Ay yine mi Caroline!" dediğini duyar gibi oluyorum. İnanın isteyerek olmadı, sadece öyle denk geldi, ama işte sırada yine Caroline Trentini var! Numero ilginç ve sıradışı bir moda dergisi. 75 numaralı sayılarında Caroline'ın yer aldığı bir editoryalde rastlıyoruz bu rakun kürke.



Siz de benim gibi bu resme bakarken başınızı yana çevirmekten yorulduysanız, bir de Caroline'ın dik durduğu, 90 derece döndürülmüş olanına bakalım. Aşağıdaki fotoğrafta ortadaki dergi sayfası ayrım çizgisi de yok.

Bu iki Caroline fotoğrafı arasında bir önemli fark daha var. Fotoğrafçılıkta "white balance" denilen beyaz ayarları farklı iki resmin. Bu nedenle ilkinde kürkün baskın rengi kahve tonlarında çıkmışken ikinci resimde yeşile çaldığını görüyoruz. Bu da rakun kürkünün bir özelliği. Farklı ışıklar altında tüylerinin değişik bölümleri parlıyor ve kahve-sarı arası renk geçişleri böyle zaman zaman yeşile kadar uzanıyor. İmitasyon kürkte bu zenginliği bulmak çok zor.

Vogue Amerika'nın Ağustos 2006 sayısında, ilk "süpermodel" jenerasyonunun unutulmaz isimlerinden Linda Evangelista'yla yapılan bir editoryalde karşımıza çıkıyor bu Viktor ve Rolf tasarımı kürk.


Yukarıda, Numero dergisinde Caroline Trentini'nin yer aldığı sayfanın sağ alt köşesindeki yazıya dikkat ederseniz, kürkün "gümüş tilki" olarak sınıflandırıldığını (renard argente, veya Türkçe yazımıyla rönar arjante) göreceksiniz. İşte Linda'nın bu fotoğrafı bize bu yanlış sınıflamanın nedenini anlatıyor. Gerçekten de buz beyazı floresan aydınlatma altında kürkün kahve-sarı arası koyu-açık tüyleri, gümüş tilkideki siyah-gri-beyaz renk geçişlerini andırıyor.

Sırada, Elle İtalya'nın Temmuz 2007 sayısında yer alan bir resim var. Kürkümüz bu sefer Ralisa Oprea'nın üstünde. İlk iki örnekte kürkü belinde fiyonklu bir kemer görmüştük, bu sefer örme deriden bir kemerin kullanıldığını görüyoruz. Bu kürk manto çok değişik kemerlerle kombinlenmeye çok uygun ve bu fotoğraf, bir kemerin bile görüntüyü nasıl değiştirdiğinin canlı örneği.


Şimdi, son dönemlerin bir başka gözde modeli, Raquel Zimmermann'ı Self Service dergisinde çıkan bir editoryalde görelim bu kürkle. Fotoğrafları ünlü ikili Inez ve Vinoodh'un çektiğini de ayrıca belirteyim. Kanepenin zeytin yeşili rengi ve Raquel'in yanındaki modelin yeşilin farklı tonlarındaki kıyafeti, kürkün yukarıda sözünü ettiğim kahveden yeşile çalan renklerini yansıtıyor. Makyajı, saçları, çorabıyla Raquel'in Caroline'la imaj benzerliğine dikkatinizi çekiyorum.


Viktor & Rolf'un bu kürk mantosunu birbirinden güzel mankenlerin üstünde, muhteşem fotoğraflarda gördük, ama ben en beğendiğim kareyi sona sakladım. Yine son dönemin en başarılı mankenlerinden Natasha Poly'yi Amerikan Allure dergisinin Ekim 2006 sayısında görüyoruz. Ayakkabısı, çorapları, çanta(sı)larıojinaline benzeyen ama fark yaratan fiyonklu kemeriyle Natasha muhteşem görünüyor!



Son olarak, blogumda kullandığım görsellerin çok büyük boyutlarda olmamasına dikkat ediyorum, bu nedenle elimdeki yüksek çözünürlü resimlere, yükseklikleri aşağı yukarı 800 piksel olacak şekilde küçülterek yer verdim yukarıda. Ama eğer siz de benim gibi ayrıntılara meraklıysanız, fotoğrafların imageshack.us sitesine yüklediğim tam sürümlerini, aşağıdaki küçük resimlere tıklayarak görebilirsiniz.








6 Ocak 2010 Çarşamba

UGG botlara bir de bu açıdan bakın...


"Hoppala! UGG beklerken bu karayağız adamlar da nerden çıktı?!" demeyin hemen, UGG'larla şöyle bir ilgisi var, yukarıdaki resimlerde yer alan şapkalar da UGG'lar gibi koyun postundan yapılıyor! Bu kareler, Orta Asya'daki Türk cumhuriyetlerinden bize en yakın olan Türkmenistan'dan. Türkmen erkekleri telpek veya telpak diye anılan ve koyun postlarından yapılan bu şapkaları yaz-kış başlarından çıkarmıyorlar. 40 derece sıcakta, asfalttan dumanlar yükselirken bu şapkaları giyen Türkmenleri gözlerimle görmesem inanmazdım, ama giyiyorlar ve gerçekten de başlarını sıcaktan koruyor. Bu telpaklardan alma ve giyme şansım olmadı, ama biraz daha doğuda, Kırgızların milli şapkası, keçeden yapılma ak kalpak giydim ve yaz sıcağında hem güneşe karşı güzel bir siperlik sağladığını hem de başı serin tuttuğunu tecrübe ettim. Tamam, hala yukarıdaki kolajın etkisinden kurtulamadıysanız, size başında benzer bir şapkayla güzel bir kız resmi:


Gerçi bu fotoğraf Orta Asya'dan değil, Kafkaslar'dan, bir Gürcü kalpağı, ama olsun, onlar da komşumuz, yabancı sayılmazlar...

İşin özüne inecek olursak, karşımıza şu çıkıyor. Yün fiberlerine mikroskop altında bakınca minik bir sürü kıvrımlara sahip olduğunu görüyoruz. Bu da içlerine havayı hapsetme özelliği kaznadırıyor ve böylece yün, dolayısıyla koyun postu büyük bir yalıtım kabiliyeti kazanıyor. Soğuktan yalıttığı gibi sıcaktan da yalıtabiliyor. İşte bu nedenle çöllerde gezen Bedeviler ve Büyük Sahra'daki Tuaregler, sıcaktan korunmak için yünden dokunmuş abalar giyiyorlar.

UGG botlar da koyun postundan yapıldıkları için onlar da bu özelliği taşıyorlar. Soğukta sıcak tuttukları gibi sıcakta da serin tutuyorlar, ayağınız terlese bile fiberleri teri emiyor ve sizi rahatsız etmiyor.



Bir UGG botu ilk aldığınızda ayağınız içine girmekte ne kadar zorlanır, güç bela giymeyi başarsanız bile ayağınızın nasıl milyonlarca minik tüycük tarafından sarıldığını hissedersiniz... İşte, koyun postlarının bu özelliği, medikal alanda da kullanılıyor, biliyor musunuz? Allah kimseye vermesin, kolu-bacağı alçıda aylarca kalan insanlarda bu organlar zayıflar, hatta havayla temas etmeyen yerlerinde yaralar oluşur. Uzun süre yatakta hareketsiz yatması gereken hastalarda da, ciltlerinin havasız kalan yerlerinde benzeri yaralar ortaya çıkabiliyor.

İşte bu yaraların oluşmasını engellemek için son dönemlerde medikal koyun postları kullanılıyor ve gayet iyi sonuçlar alınıyor. Koyun postundaki o milyonlarca minik tüycük, hem basıncı dengeli bir şekilde dağıtarak ağırlığın tek bir yere baskı yapmasını engelliyor ve böylece kan dolaşımını düzenliyor hem de içlerindeki hava sayesinde cildin oksijensiz kalmasını engelliyor. Daha fazla bilgi için medical sheepskins terimlerini aratabilirsiniz.



Koyun postlarının bir başka hoş kullanım alanı bebekler. Bebek arabalarına özel kılıf şeklinde üretilmiş koyun postları var. Bir şekilde bebekler koyun postu üstünde uyumayı çok seviyorlar. Bu yumuşacık krem-sarı tüyleri olan postların üstünde uykuya dalmış bebekler çok şeker görünüyorlar.



Bir de, minik bebişlerin üstünde yatacağı, emekleyeceği veya yuvarlanarak oyunlar yapabileceği şekilde düz koyun postları var. Onlar da çok şirin görünüyorlar.
 


Bebeklerden söz açılmışken, şu aşağıdaki minik botların şirinliğine bakar mısınız lütfen!


Sizlere son olarak, bu koyun postlarından yapılan ev ayakkabıları veya patiklerden söz etmek istiyorum. Sheepskin slippers olarak anılan bu ürünler o kadar rahatlar ve ayaklarınızı öyle sıcak tutuyorlar ki, bir kere giyince bir daha çıkaramayacaksınız!



Ben, Amerika'daki LL Bean adlı siteden kendime ve sevgili eşime (o zamanlar çıkıyorduk, henüz evlenmemiştik) bundan 8-9 yıl önce birer çift sipariş etmiştim. Tabii o zaman bugünkü gibi internetten alışveriş pek yaygın değil, paket gümrüğe takılmıştı. Gümrük memuru paketi açıp içinden çıkan bu içleri yumuşacık tüylü iki çift ev ayakkabısını görünce, "Bunları ta Amerika'dan mı satın aldınız?" diye hayretlerini ifade etmişti. Yıllar geçtikçe, yaptığım en akıllıca alışverişlerden biri oldu. Ben giymekten sıkıldım, artık yenilerini almak istiyorum, onlar bir türlü eskimediler! Soğuk bir kış sabahında yataktan sadece ve ancak, bu ayakkabıların vaat ettiği sıcaklık çıkarabilir beni!

Son olarak, UGG botlarla ilgili çokça merak edilen bir konu, orjinal ve taklitleri birbirinden ayırmak. Öncelikle, "UGG Australia" diye bildiğimiz ürünler, Decker adlı bir Avustralya firmasının tescilli markası, ancak UGG adı, bildiğiniz üzere çirkin anlamına gelen "ugly"den geliyor ve bu botlar Avustralya'da yüz yılı aşkın bir süredir üretilip giyiliyor. Dolayısıyla UGG ve UGG botlar, bir firmanın tekelinde olmayan, genel tabirler. Bence Avustralya, Yeni Zelanda veya İngiltere merkezli başka firmaların ürünleri de en az UGG Australia kadar kaliteli. İngiltere'den Just Sheepskin, Yeni Zelanda'dan Kiwi Sheepskins firmalarını, ürünlerini kullandığım için tavsiye edebilirim. Mesela Kiwi Sheepskins'in Musketeer botu bence süper!

Oh, bu son fotoğrafla birlikte sonunda UGG botlar hakkındaki bu yazıyı UGG botlarla tamamlayabildim. Ne mutlu bana!

3 Ocak 2010 Pazar

Jennifer Lopez'in yeni yıl gecesi şovu

Türkiye'de nasıl yeni yıla Taksim veya Nişantaşı'nda sokakta girmenin bir havası ve geleneği varsa, Amerika'da da yılbaşı gecesini New York'un meşhur Times Meydanı'nda kalabalık içinde sokak partisi havasında girme adeti çok uzun yıllar öncesine dayanıyor. Ama öyle böyle değil, bu yıl 750 bin kişinin toplandığı söyleniyor meydana. İnsanların sırf yeni yıla Times Meydanı'nda girmek için Amerika'nın dört bir tarafından, hatta ta Japonyalardan New York'a geldiklerini düşünün.

Bu meydandaki bir yüksek binanın tepesine dev bir top/gülle yerleştiriliyor ve bu top geri sayım sırasında yukarıdan bırakılıyor. Top yere düştüğünde yeni yıla girilmiş oluyor. Belki elli yılı aşkın bir süredir Times Meydanı'ndaki bu geri sayım ve topun yere düşmesi televizyondan canlı yayınlanıyor ve çoğu Amerikalı için yeni yıla girmenin başlıca ritüeli budur. Çok uzun yıllar boyunca bu canlı yayını hep aynı sunucu anlatmıştı, ama sanırım birkaç sene önce ya yaşlılıktan emekli oldu ya da vefat etti. Birkaç yıldır, American Idol programının sunucusu Ryan Seacrest yapıyor bu yayını.

Bu yılbaşı Times Meydanı'ndaki bu yeni yıl şenliği etkinliklerini Jennifer Lopez renklendirdi. Eski hitlerinden "Waiting for Tonight" başta olmak üzere meydandaki kalabalığa şarkılarını söyleyen Lopez, bütün vücudunu ikinci bir deri gibi sıkı sıkı saran, parlak kumaştan yapılma ve pullarla süslenmiş "catsuit" kıyafetiyle dikkat çekti. Lopez'in kıyafeti moda ve magazin gündeminde çok konuşuluyor. Bir taraftan yaşı 40'a dayanmış Lopez'in bu kıyafetle hala fit ve formda olduğunu göstermek istemesi, diğer taraftan kıyafeti zevksiz ve demode bulanlarla cesur ve cüretkar bulanlar... Konserden fotoğraflara birlikte bakalım.








Bir konser kostümü olarak beğendim ben JLo'yu bu kıyafet içinde. Gerçi bazı karelerde hafif bir Seyyal Taner havası hissederek "Vay canına!" dediğim de oldu, ama bu JLo'nun sinema, moda, magazin vesaireyi bırakıp asıl işine yani şarkı ve dansa dönüşünün bir sinyaliyse ne ala! Kıyafete dönecek olursak, aşağıdaki koyup koymamakta epey kararsız kaldım, ama sonuçta JLo spot ışıklarının altına böyle çıkıyorsa incelenip didiklenmeyi de göze almıştır...




Öhöm öhöm, eminim günde 2 saatini fitness salonunda geçiriyordur, ama Latin güzeli JLo'nun da Türk kadınlarının çoğu gibi haşmetli "basen"lere sahip olduğunu görüyoruz. Yine kıyafetin bel bölgesindeki ek kumaş parçalarına dikkat. Fermuarı bu kadar açıkta olmayabilirdi. (Ben de oturmuş neleri inceliyorum!)

Jennifer Lopez'in yılbaşı gecesi söylediği şarkıların videoları youtube'da hemen siliniyor, telif hakları nedeniyle, ama konser öncesi sunucu Ryan Seacrest'le yaptıkları kısa sohbetin klibi birkaç gündür duruyor:




JLo'nun o gece yağmurda, soğuk havada o kıyafetle çıkıp şovunu yapması ve şarkılarını söylemesi de dikkat çekici, zaten konserin sonunda seyircilere "Yağmurda bunu yapabileceğimi hiç düşünmezdiniz, değil mi?" demiş. Öte yandan Dick Clark'ın Jennifer Lopez'e sorduğu "Kendini nasıl bir işe bulaştırdın bu gece?" diye de çevrilecek soru, aynı zamanda "Kendini neyin içine sokmuşsun öyle?!" diye kıyafet seçimindeki cüretine bir dolaylı atıf olarak da okunabilir.

Yukarıdaki youtube klibinde de gördüğünüz üzere Jennifer Lopez konser öncesinde, kendini soğuktan koruma konusunda pek işlevi olmayacak allı pullu "catsuit" kıyafeti üstüne bir kürk manto giymiş. Rakun kürkünden bu manto öyle pek iddialı bir seçim değil; JLo'yu şık göstermekten önce sıcak tutma kaygısının ağır bastığı söylenebilir. Kürk merakıyla tanınan, hatta moda tasarımcısı olarak kolleksiyonlarında dikkat çekici kürklere yer veren Lopez'i bir samur veya vizon kürk içinde görmeyi beklerdik, ama havanın yağmurlu olmasının da etkisiyle daha mütevazi bir seçim yaptığı anlaşılıyor.








Rakun demişken, Viktor+Rolf'un 2006 kolleksiyonlarındaki bir rakun kürkü kaban bence modern bir kürk nasıl olmalı sorusunun en güzel cevabı. Daha sonra çeşitli editoryallerde birçok süpermodel tarafından da giyilen bu kürkü bundan sonraki yazımın konusu yapayım en iyisi ben.



2 Ocak 2010 Cumartesi

Genç anneye en güzel doğum hediyesi?

Baba olmanın sıcaklığını yanaklarında al al hisseden ağzı kulaklarında bir baba, bir taze baba, sevgili eşine, çocuğunun annesi olan güzellik abidesine ne hediye alır? Aylarca sıkıntılar içinde karnı burnuna değmiş bir şekilde dolaşan, rüyalarında bebişini gören bir taze anneye alınabilecek en güzel hediye nedir? Herkesin bu soruya verilecek farklı bir cevabı olabilir. Bir altın bilezik, bir pırlanta yüzük, bir araba, bir demet çiçek, bir buse... Yıllar önce aşağıdaki fotoğrafı gördüğümde benim için bu sorunun cevabı belli olmuştu.




Fotoğraf altı yazısı herşeyi anlatıyor aslında:

"Stephanie'nin doğumundan hemen sonraydı ve hala birkaç kilo fazlam vardı. Michael o gün eve erken geldi ve beni bu bu samur kürkle şaşırttı. Bütün hayatım boyunca o günkü kadar bana ihtiyaç duyulduğunu ve sevildiğimi hiç hissetmedim; bütün hayatım boyunca hiç o kadar güzel olmamıştım."  Tracie Elliott.

Hamilelikten yeni çıkmış, bir anda aylardır yolunu gözlediği bebeğine kavuşmuş genç anne bir duygu patlaması yaşamaktadır. O anda annenin en çok ihtiyaç duyduğu ve eşinden beklediği, doğumun bütün zahmetine ve bütün yorgunluğuna rağmen hala güzel hem de çok güzel olduğunun ve çok sevildiğinin ona hissettirilmesidir. Bir kürk manto, anneyi, bebeği ve aslında tüm aileyi bütün sıcaklığıyla sarmalar, yıllar sonra bile her sevgiyle giyilişinde annenin hayatındaki o büyük kırılma anını en güzel bir şekilde hatırlatır.

* * *

Ben tekrar konumuza döneyim. Yukarıdaki fotoğrafta Tracie'nin yüzünde ne kadar anlamlı bir ifade var! Saçları, makyajı ve belli belirsiz seçebildiğimiz küpeleriyle ışıl ışıl, tam bir anne güzelliği sinmiş üstüne. Evet, seksi kıyafetler, dekolteler, abartılı makyajlar, botokslar, estetikler bir kadını olduğundan daha güzel, daha çekici ve daha seksi gösterebilir, ama bir de "anne şıklığı ve zarafeti" var ki, onun böyle süslemeleri hiç ihtiyaç duymaz. Sevgilinin gözünde ondan güzeli yoktur. İşte, aşağıdaki resimlerde çocuklarıyla yer alan annelerin ne kadar güzel, şık ve alımlı olduklarına bir bakın!








İlk fotoğraftaki annenin üstündeki uzun manto, altın sarısı harika bir rengi olan "golden island" tilki kürkünden yapılmış. İkinci fotoğraftaki annenin gümüş tilki kürk mantosu ise dizlerine kadar uzanıyor. Her iki kadının saçları kısa kesilmiş -e, ne de olsa onların artık kendi güzellik ve bakımlarının yanısıra ilgilenmeleri gereken küçük çocukları var! Saçları kısalmış belki ama yine de saç stilleri ve makyajları çok güzel. Her iki fotoğrafta, anne ve kızların kıyafetlerinin aynı renklerde olduğuna, ilk fotoğraftaki kızın krem rengi beresine, ikinci fotoğraftaki kızın ise siyah kadife elbisesine dikkat ediyoruz. Aşağıdaki resimde ise anneyle bebeği arasındaki sıcacık sevgi bağı içimizi ısıtıyor!




2010 yılının bu ilk yazısı benim için ayrı bir anlam taşıyor, çünkü 2009 yılında ben tam da burada konu ettiğim hisleri yaşadım. Sevgili eşim, biricik aşkım, bana ikinci kez baba olma mutluluğunu yaşattı. İlkinde tecrübesizliğime gelmişti, alelacele hastaneden kendimi dışarı atmış, karşıma çıkan ilk kuyumcunun vitrininde gözüme çarpan ilk künyeyi alıvermiştim, ama bu sefer hazırlıklıydım ve uzun bir düşünme ve araştırma sürecinden sonra eşime layık bir hediyeyi doğumdan birkaç gün önce almayı başardım. Her ne kadar yukarıdaki fotoğraftaki gibi bir samur kürk değilse de, yine de koyu kahve, parlak tüyleriyle çok alımlı bir vizon manto aldım ona doğum hediyesi olarak. Hastaneden eve geldiğimizde kürk manto, önceden yaptığım ayarlama sonucu gardropta asılıydı. Eşim üstüne daha ince bir gecelik almak için yatak odasına yönelene kadar geçen yarım saatlik süre çok heyecanlıydı. Dolabın kapağını açtığında attığı ufak çığlık ve yüzündeki ifadeyse her şeye değmişti.


İşte bu da benim küçük hikayem:)