26 Şubat 2010 Cuma

Kürksever'de 40. yazı: Milan moda haftası Fendi 2010-2011 kolleksiyonu


Evet, bu benim blogumdaki kırkıncı yazım! Kırk bir kere maşşallah diyerek başlıyorum. Milan moda haftası bugün biraz hızlı ve çalkantılı başladı. Herşey, Vogue US editörü ve moda dünyasının kendisinden epeyce bir çekindiği isim Anna Wintour'un Milan'a sadece üç gün ayıracağını açıklamasıyla başladı. Bunun üzerine Milan'lı modacılar defilelerini Wintour'un olduğu üç güne kaydırmak için yoğun kulislere başladılar. Fendi ve Prada ise, normalde Cumartesi günü olması gereken defilelerini Perşembe'ye çektiler, "ister Wintour'lu, ister Wintour'suz" diyerek bir anlamda tavır koydular, ama sonunda Wintour Milan'a bir gün daha ayırmaya karar verdi, Londra'dan kalkıp ayağının tozuyla bugünün defilelerine katıldı ve böylece bu mini kriz de aşılmış oldu.

Fendi, bu kolleksiyonunda Karl Lagerfeld'le işbirliği yapmış ama ta 1920'lerde işe kürkçülükle başlayan Fendi bu kolleksiyonunda yine kürk parçalardaki ince işçiliği ve kalitesiyle öne çıkıyor. İşte ilk karelerde muhteşem bir Rus lynx manto görüyoruz. Mantonun deri kemeri hem doğal ve ham görünümüyle hem de beli inceltmesi ve mantoyu modelin bedenine oturtmasıyla dikkat çekiyor. Yine mantoda yaka kullanılmamış ve böylece bütün dikkatler lynx kürkün desenlerine yönlendirilmiş.

 
Kolleksiyonda kullanılan renkler gerçekten son derece tutarlı ve birbirleriyle uyumlu. Ayrıca, çantadan botlara kadar tüm parçalar birbirleriyle müthiş uyumlu kombinlerde kullanılmış. Sonuçta Fendi, yine son derece lüks, çekici ve kaliteli parçalardan oluşan bir kolleksiyon hazırlamış. Yukarıda gördüğümüz kombin işte bütün bunları yansıtıyor. Son dönemlerin gözdesi snoodları andıran tilki kürkünden snood-şal arası bir aksesuar dikkatimizi çekiyor, ama pötikareli kumaştan bluz, üstünde kumaş yelek, altta tayt, kahve rengi süet bot ve çantadan oluşan kombin zaten bu kürklü snood olmadan da muhteşemdi! Taytın asimetrik kesimi ve yatay pilelerini bu sezon başka defilelerde de görmüştük. Öte yandan, kürkün yatay şeritler halinde ince ince kesilerek kullanıldığını, bununsa daha kabarık bir görüntü verdiğini yine gözlemliyoruz. Mankenin duruşu, endamı, kameraya verdiği poz safi karizma. Saç stili ise bir taraftan 80leri diğer taraftan 30lu yılları hatırlatıyor ve harika görünüyor!

Bu sefer kızıl tilki kürkünden bir snood, haki yeşili düz kumaştan bir alt-üst takımla kombinlenmiş. A kesimli eteğin uçlarının havada savruluşu hoş bir görüntü sağlıyor, böylece başka tasarımcıların pile, drape ve asimetrik kesimlerle sağlamaya çalıştığı etki basitçe elde edilmiş oluyor. Kemerin yine doğal ve ham deri malzemeden yapıldığını görüyoruz. Yine kızıl tilkinin kıyafetin bütünüyle uyumu ve kıyafetten daha canlı ve açık renkleriyle dikkatleri üstüne çekmedeki başarısına şapka çıkarıyoruz. Bu son iki kıyafeti bir de yan yana görelim ve farklı renk paletlerine sahip olsalar bile, kullanılan kürk snoodların bütünle olan uyumlarını izleyelim.

25 Şubat 2010 Perşembe

Vogue kapakları: Mart 2010 Vogue'ları arasında en güzel kapak hangisi?

 Vogue Türkiye'nin ilk sayısı çıktı, kapakta Jessica Stam'i gördük, sevindik (gerçi ben kendisine zamanında "soğuk nevale" demiştim, o ayrı). Jessica Stam'in kapakta olması yerinde bir seçim ama ben kapak fotoğrafını pek beğenmedim, hatta çeşitli bloglara "şöyle havai fişekli, allı pullu, gösterişli, kırmızılı, altın yaldızlı (tabii hepsinin birararada olmasına gerek yok!) bir kapak olsaymış daha iyi olurmuş" diye yorumlar yazdım, hatta Türkiye'nin ilk moda dergisi olan Vog-Vizon-Vizyon dergileri geleneğini anlattığım yazıda yer alan Vizon'un 1982'de tekrar çıkmaya başladığı dönemin ilk kapağına atıfta bulunarak "keşke öyle çarpıcı bir kapak olsaydı" diye hayıflandığım bile oldu.

İşte böyle Jessica Stam'li Vogue Türkiye Mart 2010 kapağı hakkında ileri geri konuşurken aklıma bir soru düştü: Acaba dünyanın dört bir tarafında yayınlanan Vogue edisyonlarının Mart 2010 kapakları nasıl? Bizim Vogue'umuzun kapağı diğer Vogue'ların kapaklarını döver mi? Ve işte bu soruların cevaplarını bulmak için hemen yoğun bir araştırmaya koyuldum. Daha Mart ayının girmediği şu günlerde, bir iki değil, nerden baksan en az 10 farklı Vogue edisyonunun kapaklarını arayıp tarayıp bulmanın zorluğunu, bu tip işlere soyunanlarınız biliyordur. Şimdi, bakalım en güzel Vogue kapağı hangisi?
İlk kapağımız, O'sunun içinde hiçbir şey yazmayan Vogue, en eski, en çok satan ve hakkında en çok konuşulan Vogue. Biz ona Vogue ABD (veya Vogue US) diyelim. Kapakta bir süpermodel değil, Tina Fey adlı bir TV yıldızı, daha doğrusu komedyen var. Tina Fey'i komedi dizisi 30 Rock'tan ve ama özellikle, son ABD başkanlık seçim kampanyası sırasında, Cumartesi gecelerinin efsanevi komedi programı Saturday Night Live'da Cumhuriyetçilerin başkan yardımcısı adayı Sarah Palin'i muhteşem bir şekilde taklit etmesinden hatırlayabilirsiniz. Bir komedyen olduğu için öyle olağanüstü bir güzelliği yok Fey'in, ama bu kapak fotoğrafında yine de çok iyi çıkmış.
 
İkinci kapağımız Vogue İngiltere (veya uluslararası alanda bilinen adıyla Vogue UK) ve ilginçtir ki yine bir süpermodel yok kapakta. Tamam, Alexa Chung bir moda ikonu olabilir, ama sonuçta asıl ününü TV'de yapmış biri o da. Amerikan Vogue'u gibi İngiliz Vogue'u da Mart ayı kapağını rahat ve "casual" bir tarzda yapmış.
 
Üçüncü sırada, dünyanın moda başkentlerinden birinde çıkması yönüyle tirajına göre çok daha fazla önem taşıyan ve uluslararası Vogue edisyonları arasında O harfi içinde yayınlandığı ülkenin değil başkentin (moda başkentinin!) adı yer alan Vogue Paris yer alıyor ve nihayet kapakta bir manken, Rose Cordero çıkıyor karşımıza. Kapağı da süsleyen ana editoryalin başlığı, ülkemizde de şu anda gündemin birinci sırasında yer alan askeri darbelere (coup d'etat) gönderme yapacak şekilde verilmiş! Tabii burada, modadaki askeri tarz, haki renkler vs konu ediliyor!

Alman Vogue'unun (Vogue Deustchland)  Mart 2010 sayısı kapağını Frida Gustavsson süslüyor. Beyaz arkaplan önünde dikkatimiz önce Frida'nın siyah kolsuz elbisesine, oradan kırmızı rujuna ve son olarak da kırmızı-pembe tonlardaki Vogue yazısına kayıyor. Gayet dikkat çekici bir kapak.
 
Vogue Rusya'nın (Vogue Russia) kapağında bir başka süpermodel Abbey Lee Kershaw var, sezonun gözde renk ve baskılarından oluşan bir "body suit" içinde görüyoruz Abbey Lee'yi. Yine açıktan koyuya, bejden siyaha ve ordan kırmızıya renk geçişleriyle dikkatimizi üstünde odaklamayı başaran bir kapak.

 
Abbey Lee bu ay iki farklı Vogue'un kapağına yerleşmeyi başararak yükselen popülaritesini ortaya koymuş. Rusya'dan sonra onu bu sefer Vogue Avustralya (Vogue Australia) kapağında görüyoruz. Üstü çıplak bir erkek mankenle elele kolkola, omzu üstünden geriye bakarak gayet provokatif bir poz veriyor Abber Lee ve bizi adeta dergiyi almaya çağırıyor. Adeta falan değil, düpedüz öyle yapıyor, zaten kapakların temel işlevi de bu değil mi? Bir yerde okumuştum, moda dergileri, sadece bu kapak fotoğrafı için en az 100 bin dolarlık masraf yapıyorlarmış! Bu kadar para dökmeye değiyor demek ki döküyorlar.

 
İspanya'da çıkan Vogue (Vogue Espana) kapağında şu andaki en gözde süpermodellerden Anja Rubik var. Gayet sade, bej-krem temelli bir renk paletindeki bu kapak, işte tam da bu yönüyle yani sadelikteki şıklığıyla vuruyor. Anja'nın boncuklarla süslü elbisesi, arkasındaki kuştüyleriyle alımlı şapkası, makyajı vs mükemmel! En beğendiğim kapaklardan biri bu.
 
Portekiz'in Vogue'u (Vogue Portugal) Mart 2010 sayısının kapağına Kasia Struss'u koymuş. Toprak rengi baharlık bir kıyafet, sarı yazılar, turuncu Vogue logosuyla, İspanyol edisyonu kadar başarılı olmasa da güzel sayılacak bir kapak.

 
Şimdi uzakdoğuya uzanalım. Önce Japonya edisyonu (Vogue Nippon) ve kapakta Victoria's Secret defilelerinden hatırlayacağımız Brezilyalı süpermodel Isabeli Fontana! "Seksi masumiyet" diye bir derin çelişkiyi manşete taşımışlar ve kapak da bu konsept üzerine kurulmuş. Beyaz nötr fonun önünde, siyah dantelli detayları ve miniminnacık eteğiyle dikkat çeken bir "baby doll" giymiş fettan güzel Isabeli, kırmızı kapak yazıları ve Vogue logosu... Öyle çok artistik, sanatsal bir kapak değil, ama cinsellik her zaman satar prensibini de dikkate alınca, başarılı sayılabilecek bir kapak.

 
Eh, nüfusu milyarı aşınca Vogue Çin'in (Vogue China) kapağına tek güzel yetmemiş olacak ki, tam 6 güzel koymuşlar! Bu altı güzelden Du Juan ve Liu Wen Çinli, diğer dört güzel yani Lily Donaldson, Anna Jagodzinska, Constance Jablonski ve Karlie Kloss ise beyaz tenli hatta sarışın-kumral Avrupalı.

 
Güney Kore'de çıkan Vogue (Vogue Korea) kapağına Koreli bir mankeni, Kim Tae Hee'yi yerleştirmiş. Kapak resminin bir ahırda çekildiği anlaşılıyor. Ahşap fon kapağa bence çok yakışmış ve daha önce bir yazıda dile getirdiğim kahve-mavi renk uyumuyla gayet şık bir sonuç ortaya çıkmış.

Bu yazının yayına hazırlandığı saatlerde Brezilya, Hindistan, Çin, İtalya, Meksika, Yunanistan ve Taiwan'da yayınlanan Vogue dergilerinin Mart 2010 kapakları henüz belli olmamıştı (ne profesyonel laf etmişim ama!). Yine de, bizimki de dahil olmak üzere tam 12 Vogue kapağı gördük. İsterseniz hepsine birlikte bir daha bakalım. Kendinizi bir gazete bayisinde hayal edin, bu 12 kapağın da karşınızda yan yana durduğunu. Hangisi dikkatinizi daha çok çekerdi, hangi kapak sizi çantanızdaki tatlı paracıklarınızı feda etmeye ve dergiyi almaya ikna ederdi? Bir düşünün...

 
Benim en beğendiğim kapaklar, İspanya, Almanya ve Rusya. Beğeni sıralamamda bu üçlüyü Kore, Çin ve Paris takip ediyor. Bizim kapakta ise, dergi içeriği hakkında bilgi veren hiçbir yazı olmaması, sadece Türkiye yazması ("ilk sayı", "çıktık!" gibi bir alt manşet düşünülebilirdi), Türkiye yazısının rengi, fonun sıradanlığı gibi sorunlar var, ve bu sorunlardan ötürü maalesef puanını kırmak zorunda kalıyorum. Tabii bu benim fikrim. Siz ne dersiniz?

Son olarak, Vogue Türkiye'nin ilk sayısının kapağı için dünyaca tanınan bir süpermodel olan Jessica Stam'in tercih edilmesi üstüne söylemek istediklerim var. Amerikan ve İngiliz edisyonlarını TV dünyasında ünlenmiş isimler kullandıkları, Kore edisyonunu Koreli bir mankene yer verdiği için ayrı tutacak olursak, diğer 9 Vogue kapağındaki mankenlerin hepsinin "süpermodel" olarak tanımlanmayı hak ettiklerini görüyoruz. Bunun için şöyle ufak bir araştırma yaptım. models.com sitesinde en ünlü mankenlerin reytingleri yer alıyor. Halen aktif olarak defilelere çıkan ve yoğun bir şekilde çalışan mankenler için bir Top 50 sıralaması, bir de bundan 3-5 yıl öncesinin en ünlü mankenleriyken şimdi artık deve yüküyle para kazandıkları ve tabii biraz da yaşlandıkları için eskisi kadar yoğun çalışmayan, daha seçici olan ama hala çok ünlü (mesela Gisele Bundchen, Kate Moss, Naomi Campbell vs) isimler için bir Top Icon sıralaması yapmışlar. Şimdi bu 9 derginin kapağındaki mankenlerin models.com reyting listesindeki yerlerine bakalım.

Top 50
3. Anja Rubik. İspanya
5. Jessica Stam. Türkiye
5. Lily Donaldson. Çin 
6. Karlie Kloss. Çin
8. Anna Jagodzinska. Çin
10. Abbey Lee Kershaw. Rusya ve Avustralya
14. Kasia Struss. Portekiz
16. Constance Jablonski. Çin
24. Liu Wen. Çin
28. Rose Cordero. Paris
45. Du Juan. Çin

Top Icon
18. Isabeli Fontana. Japonya

(Vogue Almanya'nın kapağındaki Frida Gustavsson her iki listede de yer almıyor, ama muhtemelen Top 50 değil Top 100 listesi yapılsaydı ona girerdi!)

Görüldüğü üzere, hangi ülkenin Vogue'u olduğu hiç farketmiyor, dergi kapağı yapacaksanız elinize Top 50 ve Top Icon manken listesini alacaksınız, oradan isim beğeneceksiniz. Olay bu.

23 Şubat 2010 Salı

Londra Moda Haftası - Matthew Williamson (Biri beni durdursun!)

Şimdiye kadar aynı gün içinde birden fazla yazı yayınladığım hiç olmamıştı, ama Wall Street Journal sitesinde günün haberlerini okuyayım derken gözüm Matthew Williamson'un Londra moda haftasındaki defilesinden söz eden blog yazısına takıldı ve yazıya eşlik eden bu fotoğrafı görünce kendimi tutamadım! Tam da New York moda haftasında dikkatimi çeken kürk "chubby"leri bir yazıya konu etmişken, bu gümüş tilki kürkünden chubby "Beni de yaz! Beni de yaz!" diye yalvarıyordu adeta. Ayrıntılara girmeden, mankeni tam boydan gösteren, beyaz dengesi farklı bir başka kareye bakalım.
 
Maviler massmavi oldu şimdi, değil mi! Eteğin katları bana çocukken elişi kağıtlarıyla yaptığımız katlamaları hatırlattı. Genel olarak yukarıda ve aşağıda siyah-gri dengesi içinde dikkatleri kobalt mavisi parlak eteğe çeken başarılı bir kompozisyon. Kürkte yine yatay şeritler halinde çalışıldığını görüyoruz. Kürkün hacmi ve dolgunluğu, yaka ve kollara belli bir formu doğal olarak veriyor, tasarımcının ayrıca bir çaba sarfetmesine gerek kalmıyor.

Matthew Williamson defilesinde beğendiğim o kadar çok parça var ki, ama bir taraftan da ahdettim, blogumun siz değerli okurlarını yormamak için hiç olmazsa bu yazıyı kısa tutacağım, o yüzden SADECE BİR kıyafeti daha sunacağım size, ama müthiş bir parça, hazır olun.
 
Pantolonun mankenin bacaklarını kavrayan kavisli kesimi, kumaşın pileleri muhteşem görünüyor! Hele o metalik, ışıltılı üst... Gelin bir sahne arkası görüntüsünde yakından bakalım.
İşte DIY'ciler için harika bir proje daha! Bu kareden anlıyoruz ki bu ışıltılı parça, siyah boğazlı kısa kollu bir bluzun üstüne giyilen bir kısa kollu hırka. Kenarlarını çevreleyen deri veya deri görünümlü parçalar metalik bölümün ışıltısını daha bir vurguluyor.

Tamam, söz verdiğim gibi, bitti işte!

Vogue Türkiye'den önce Vog İstanbul diye bir dergimiz olduğunu biliyor muydunuz?

Vogue Türkiye'nin ilk sayısının çıkmasına şunun şurasında günler kalmışken geriye dönüp "nerden nereye!" edebiyatı yapmak istedim. Evet, 1977 sonbaharında, yazılışı iki harf eksik olsa da okunuşu Vogue ile aynı olan Vog adlı bir moda dergimiz çıkmaya başlamış!

Derginin adının Vog İstanbul oluşuna özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. E Fransızların Vogue Paris'i varsa bizim moda dergimiz neden İstanbul'la anılmasın? Aslında İstanbul'u Türkiye'nin tekstil, moda ve tasarım başkenti yapma yönünde bir planın parçası olarak kullanılabilecek, güzel bir fikir. Aklıma hemen, Yargıcı'nın 90lardaki bazı ürünlerinin etiketinde yer alan "Made in İstanbul" yazısı geldi. Ama sanırım, Türkiye'nin son 20-30 yılda yaşadığı adı konmamış savaş hali ve bölücü teröre karşı verilen mücadeleden, hele "Ver, Kurtul!" söylemlerinden sonra, Vogue İstanbul doğru bir seçim olmazdı.

Ben tekrar Vog'a döneyim. Logoda kullanılan karakterden "İstanbul"un O harfinin içine yerleştirilmesine kadar Vogue'un taklit edildiği apaçık görülüyor, değil mi! Nitekim bu durum sorun çıkarıyor ve dergi, kurucusu Kamil Şükun'un ifadesiyle "hukuki bazı nedenlerle" 1978 ilkbaharında derginin yayını durduruluyor. Öyle görünüyor ki dergi ancak 3 sayı çıkabilmiş, demek ki Vogue dergilerinin yayıncısı Conde Nast'ın durumdan haberdar olması ve avukatlarını harekete geçirmesi bu kadar zaman almış.

Vog'un ve Vog'u çıkaranların o kadar da hakkını yemeyeyim, ülkenin adeta bir iç savaş yaşadığı, benzin istasyonları önünde araçların günlerce kuyrukta beklediği, margarinin bakkalda karaborsada satıldığı, döviz bulundurmanın suç sayıldığı "70 sente muhtaç" bir dönemde, öncü olmak, yol açmak kolay olmasa gerek. Kurucusunun ifadesiyle Vog yayına bakın nasıl bir ortamda başlamış:

"Türkiye'nin tamamen kuşe kağıda basılı ilk profesyonel dergisi, ilk moda yayını hemen hemen yarı yarıya bir ilan/içerik dengesiyle hayata merhaba dedi. Tabii hiç kimse bu derginin Türkiye'de basılıp yayınlandığına inanmadı. (Her nedense o günlerde çağdaş bazı işleri nedense kimse kendine yakıştırmazdı)"

Vog kapandı, ama ortada hazır bir dergi ve dergi kadrosu var. O zaman ne yapmalı? Dergiye yeni bir ad koyup yola devam etmeli. Yeni bir ad, ama ne? Kamil Şükun anlatıyor:

"Yeni bir isim bulmak için yapılacak en iyi şey imla kılavuzunu taramaktı. 'Vizon' işte o arayış sonunda gerek 'ses'i gerekse de içerdiği harflerin görsel nitelikleri ve en önemlisi bir kadın için 'isteneceklerin en tepe noktası olması nedeniyle tartışılmaz bir alternatif olarak öne çıktı."

Müthiş! Hem Vogue gibi V harfiyle başlıyor, hem içine "İstanbul"un yazılabileceği yusyuvarlak bir O harfi içeriyor, hem de bir kadın için "isteneceklerin en tepe noktası" olan değerli bir kürkün adı, işte size mükemmel bir moda dergisi adı: Vizon! Yukarıda gördüğünüz, derginin ilk sayılarından birinin kapağı. Vog kadar kör gözüm sok parmağına taklit olmasa da kullanılan karakter hala apaçık Vogue'u çağrıştırıyor ve İstanbul tıpkı Vogue Paris'in Paris'i gibi O harfinin göbeğine yerleştirilmiş.

Belki biliyorsunuz, Milliyet gazetesinin 1950'den bu yana tüm eski sayıları tarandı ve internette gazetearsivi.milliyet.com.tr adresinde ücretsiz olarak erişime açıldı. İşte Milliyet'in 26 Kasım 1978 tarihli sayısında yer alan Vizon dergisinin çıkış ilanı.
Bana ilginç gelen nokta, Vog ile aynı ekip tarafından çıkarılmasına rağmen bu ilanda Vizon'dan "ilk Türk moda dergisi" diye söz edilmesi. Vizon'un bu ilk sayılarını görmedim, ama 80lerin ortalarında gerçekten kaliteli bir dergi olduğunu hatırlıyorum.

Hikayemiz devam ediyor. Vizon dergisinin çıkmaya başlamasından kısa bir süre sonra, Mart 1979'da ilk Vizon Show düzenleniyor. Meşhuur Vizon Show'un ilkini duyuran ilan bakın Milliyet gazetesinde şöyle çıkmış. Tarih 11 Mart 1979.
Milliyet gazetesinde bu ilan dışında ilk Vizon Show hakkında bir habere rastlamadım, ama bir sonraki yıl düzenlenen Vizon Show'la ilgili 14 Mart 1980 tarihli Milliyet'te çıkan haber şöyle:
Istanbul Fashion Week IFW'yi takip eden blogger arkadaşlar, bakın bundan 30 yıl önce gazeteci büyükleriniz bir moda etkinliğini nasıl haberleştirmişler!

Vizon ve Vizon Show'un hikayesi daha çok uzun. 80lerin başında ekonomik nedenlerle bir ara gazete formatına geçiyor, sonra gazete kağıdına basılarak çıkıyor bir süre, ama 1982'de tekrar kuşe kağıda basılmaya başlıyor, muhteşem bir kapakla muhteşem bir geri dönüş:
1990'da, Haldun Simavi'nin Hürriyet'i satması ve yayıncılık dünyasından (ve hatta Türkiye'den!) çekilmesinin ardından, 116 aydır çıkmakta olan Vizon dergisi kapanıyor, ama hikaye burda da bitmiyor, Vizon'un çekirdek kadrosu dergilerini 90larda Sabah grubu içinde Vizyon adıyla çıkarmaya devam ediyorlar! Vizyon 2003'e kadar devam ediyor, ama 25. yılının kutlandığı bir dönemde kapatılıyor. O dönemde Radikal'de çıkan haberde derginin tarihçesiyle ilgili ilginç bilgiler veriliyor. Bitmedi, Vizon dergisi 2004'te tekrar yayınlanmaya başlıyor ve görebildiğim kadarıyla Nisan 2007'ye kadar yayınlanmış.

Vog, Vizon ve Vizon Show hakkındaki bu bilgilerin çoğunu, derginin kurucusu Kamil Şükun'un kişisel gayretleriyle, geçmişe bir saygı olarak hala açık tuttuğu anlaşılan vizonshow.com sitesinden derledim. Bu siteyle ilişkili bir site daha var: Vizon dergisinin son çıktığı 2004-2007 dönemindeki resmi sitesi vizondergisi.com. Vizonshow.com sitesinde dergiyle ilgili bölüme, ana sayfada sağ altta yer alan Vizon linkine tıklayarak ulaşabilirsiniz.

İlginçtir, bu siteyi daha birkaç gün öncesine kadar ziyaret ederken, sitede dergiye ayrılan bölümün giriş sayfasında "İlk Dergiler" başlıklı linkin yanında, Vog dergisinin ilk sayısının fotoğrafı yer alıyordu ve sitede Vog döneminden söz eden sayfalar da yer alıyor. Oysa şu birkaç gündür Vog'la ilgili sayfalara erişemiyorsunuz. Sayfalar sitede hala barındırılıyor, yani siteden silinmemişler (mesela birinci, ikinci ve üçüncü sayılar hakkındaki sayfalar), ama benim gibi önceden görüp bu sayfaların varlıklarından haberdar değilseniz, sitenin içindeki linkleri tıklayarak onlara ulaşmanız mümkün değil. Uzun gelen bir zincir kordon veya bilezikten bir halkanın çıkarılıp çekmeceye kaldırılması gibi bir şey. Ama, yukarıda verdiğim birinci sayı linkine tıklarsanız, sonraki sayılardan geçerek Vizon dergisine doğru sitenin orjinal tasarımında zincirde halkaların nasıl ilerlediğini görebilirsiniz.

Ben bu gelişmeyi, Vogue Türkiye'nin çıkışıyla ilişkilendiriyorum. Sanki eski bir ayıbın üstü örtülmek isteniyor, şu günlerde Vog İstanbul'un hatırlanması ele güne karşı "ayıp" olur diye düşünülüyor. Bilemiyorum.

Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer!

21 Şubat 2010 Pazar

New York Moda Haftası'nda Kürk Trendleri - Chubby

New York Moda Haftası'nda sergilenen 2010-2011 sonbahar-kış kolleksiyonlarına yakından bakmaya Irina Ishinbayeva ile başlamıştım. Şimdi modacıların kolleksiyonlarındaki genel trendlere odaklanmak istiyorum. Sizler için ilk olarak, "chubby" olarak da adlandırılan kürkleri ele alacağım. Kulağa hoş gelen, sevimli, şirin bir yanı var "chubby" adının; çoğu zaman kısa, kabarık tüylü kürk ceketler için kullanılıyor ve klasik kürk mantolara göre daha esnek ve modern kesimleri ifade ediyor, bu yönleriyle moda tasarımcılarının gözdesi.
 
İşte, Carlos Miele'den bir gümüş tilki "chubby" ile başladık bile. Konsept gereği chubby'lerin kabarık bir görüntüsü olması ve tüylerinin geniş bir hacim oluşturması isteniyor, bu amaca en uygun kürklerin başındaysa tilki geliyor. Kollarının kısalığı ve yakadaki asimetri de bu chubbyde dikkat çeken diğer noktalar. Bluzun siyah-gri-beyaz renkleri chubby ile uyum sağlarken içindeki pembe kıyafete hareket katıyor. Siyah dar pantolonun boncuklarla bezeli kemeri gözalıcı. Baştan ayağa (ki ayakkabı konusunda bir yorum yapmadığımın farkındayım) harika bir kombin.

Gümüş tilki kürkünden chubby, bolero, ceket ve yeleklere çok sık rastlıyoruz. Geriye dönüp bakınca, Carlos Miele'nin 2010-2011 kolleksiyonundaki bu chubby'ye benzer bir sürü örnek verebilirim sizlere. Mesela, Isabeli Fontana'nın Dolce Gabbana 2004 defilesinde taşıdığı şu kıyafete bakalım.
 
Birinde kollar kısaydı, diğerinde uzun. Birinde yaka var diğerinde yok. Her ikisi de gümüş tilki, ama kürklerin desenlerindeki farklılık görünümlerini nasıl da etkiliyor, değil mi?
Chubby'lerde kürklerin boyanarak doğal renklerinin dışında kullanılmalarına da sıkça rastlıyoruz, işte Luca Luca'dan gece mavisi bir örnek.
 
Boyandığı halde tekdüze bir renk almadığını, boyanın sadece tüylerin açık renkli bölümlerine etki ettiğini, boyanmadan önce siyah olan yerlerin yine siyah olarak kaldığını görüyoruz. Bu nedenle, boyanmış bile olsa bunun bir gümüş tilki olduğu hala belli oluyor. Tıpkı, yine Dolce Gabbana'nın 2004 kolleksiyonunda yer alan, yeşile boyanmış aşağıdaki kürk gibi.

 
Tekrar son New York moda haftasına dönelim ve Luca Luca'nın gece mavisi chubby'siyle aynı renge boyanmış bir başka örneğe bakalım. Bu sefer Doo Ri defilesindeyiz.
Bu chubby'nin deri detaylarını çok sevdim. Kürk kısımlarında ince yatay şeritleri görebiliyor musunuz? Bu bir göz aldanması değil, gerçekten de kürk parçalarını almışlar, 2-3 santimlik ince şeritler halinde kesmişler, sonra aralarında deri veya süet parçalar koyup bu parçaları tekrar birleştirmişler. Böylece ortaya hem böyle yatay çizgiler hem de daha kabarık bir görüntü çıkmış oluyor. Etekteki drape oyunu yine son dönemlerde sıkça rastladığımız bir diğer ayrıntı.
 
Chubby'nin yakasındaki deri ve fermuarlar motorcu havası veriyor. Mankenin rujundaki metalik parıltılar da dikkatinizi çekmiştir, eminim. Benim dikkatimi çeken bir diğer nokta, şu ana kadar sunduğum karelerdeki mankenlerin ruj hariç makyajlarının son derece sade oluşu. 

Yine gece mavisine boyanmış bir başka kürke bakalım, Brian Reyes'in tasarımı artık chubby değil basbayağı bir kaban, hatta manto olarak adlandırılacak kadar uzun bir kıyafet. Ama bize Doo Ri'nin chubby'siyle güzel bir karşılaştırma fırsatı verecek.

 
Doo Ri'nin chubby'sinde kullanılan teknik daha kabarık, daha tüylü bir görünüm veriyordu, buradaysa kürkün üniform, ama aynı zamanda son derece yoğun olduğunu görüyoruz. Belin ne kadar ince göründüğüne dikkat ediyoruz. Ya belde bir kemer var, veya içeriye konan bir büzgü ile kürkün belde toplanması sağlanmış. Belin inceliğine karşın yukarıya ve aşağıya doğru kürkün genişlemesi ise bir hacim duygusu veriyor.

Luca Luca'nın gümüş tilki chubby'sine göre daha dengeli bir renk dağılımı var, ama bu kürkün rengi hala tekdüze değil, yakından bakınca gece mavisine boyanan kısımlar haricinde orjinal siyah rengini koruyan bölümleri de görebiliyoruz ve bu renk-desen dağılımından bunun bir rakun kürkü olduğunu anlıyoruz. Peki rakun postları bu kürkte oldukları gibi mi kullanılmışlar? Hayır, postlar yukarıda anlattığım "feathering" tekniğindeki gibi ince şeritler halinde kesilmiş, ama bu şeritler tekrar birleştirilirken aralarına deri veya süet parçalar konmamış. 

Gördüğünüz gibi, ilk bakışta "Al işte bir başka kürk daha" denip geçilecek bu kıyafetler arasında kullanılan kürk cinsi, boya, uygulama teknikleri, kesim vs yönlerden ciddi farklar var, işte bu farklar da tasarıma ve verilmek istenen havaya ve tarza doğrudan yansıyor. Sırada deri ve kürkün birlikte kullanıldığı bir başka chubby var.
Jeremy Scott, kürkü tamamen siyaha boyamış ve deri detaylarla biraraya gelince, iki farklı malzemenin dokusu ve parlaklığı arasındaki fark müthiş bir kontrast ortaya çıkarmış. Deri yaka, manşet ve fermuar detayları yine bir motorcu havası veriyor. Fiyonkla bağlanan deri kemeri de unutmamak lazım, ve tabii dizüstü deri çizmeleri! Bütün bu monokrom yüzeyleri, gri taytı süsleyen "ultra chic" model desenleri bozuyor.
 
Mankenin saç modeli asi ve çılgın, yüzündeki ifadeyse muhteşem, dudaklarının o kıvrımlarında küçümseme, umarsızlık, kendine güven... ne ararsan var! Yalnız, podyuma biraz acele mi yollanmış ne, makyöz burnunun üstündeki pudra lekelerini alamamış gibi duruyor da!
  
Boyanmış kürk ve kürk-deri birlikteliğine bir başka örnek Jen Kao'dan geliyor. Dikkatinizi çekmiştir, incelediğimiz kürk chubby'ler çoğunlukla koyu ve doğal kürk rengi olmayan renklere boyanmışlar, Jen Kao da öyle yapmış ve petrol yeşiline boyamış chubby'yi. Renkler koyu olunca, alttaki tercihler de genelde siyah oluyor. Uçları kaldırılmış yaka mankenin yüzünü bir çerçeve içine almış. Ucu açık bot da dikkat çekici.
 
Yine chubby formatını aşıp artık kaban olarak adlandırılmayı hak eden bir başka kıyafet var. Thakoon adını ilk defa, Bayan Obama'nın tercih ettiği bir tasarımcı olarak duymuştum, bu moda haftasında da Thakoon'u Obama bağlantısı nedeniyle özel olarak takip ettim. Yukarıdaki kabandaki ana malzeme kumaş mı yoksa süet mi, tam olarak anlayamadım, ama kürkün bu şekilde karma kullanımlarına güzel bir örnek. Kollardaki kürklü kısımlar olmasa, su geçirmez yağmurluk kumaşından bir kabanın üstüne giyilmiş bir kürk yelek bile diyebilirdim bu kombin için. Kürkün kumaşın rengine uyacak bir renkte boyandığını görüyoruz, ama siyah tüylü kısımlarının deseninden kürkün rakun olduğunu anlıyoruz. Kemer de ayrıca hoşmuş.

Zac Posen'in chubby'si biraz daha iddialı bir renge, lilaya boyanmış, ayrıca kol ve gövde bölgesinde kullanılan farklı kürklerle farklı bir görüntü sağlanmış.
Kollar gümüş tilki kürkü, artık kolayca teşhis edebiliyoruz. Kolların kabarık ve dolgun görünümü, bu moda haftasında örneklerini gördüğümüz sadece kolları kürklü, gövdesi triko veya kumaştan bazı kıyafetleri çağrıştırıyor. Ancak bu chubby veya kürk ceketin gövdesi de kürk, sadece daha kısa tüylü bir kürk. Peki ne kürkü? Yakından inceleyince, vizon kürkü olduğu anlaşılıyor. Tıpkı kollar gibi gövde de lilaya boyanmış ama orjinalde siyah renkli olan kısımlar yine siyah kalmış. Desenlerine bakarak gövdenin "cross" cinsi vizon olduğunu söyleyebiliyoruz. 


Bu koyu renklere boyanmış kürklerden sonra iki açık renkli kürk sunup yazıyı noktalamak istiyorum. İlki, Derek Lam'ın kürk kabanı.
 
Mankenin makyajı mükemmel. Siyah gömleğinin üstündeki renkli taşlarla süslü kolye çok şık ve siyahların üstüne beyaz kürkü muhteşem görünüyor. Hadi daha yakından görelim.
Bunun bir tilki kürkü olduğunu söyleyebilirim. Yatay siyah çizgiler muhtemelen başka bir kürkten özel bir teknikle araya konarak bu değişik görünüm elde edilmiş olsa gerek.
 
TSE, benim gördüğüm en kaliteli triko markalarından biri ve genelde 100% kaşmir, nadide ve pahalı olduğu kadar klasik çizgileri yansıtan ürünl çıkarıyor. Modanın avangard, gösterişli ve çok konuşulacak çarpıcı işler ortaya koyan bölümlerine epey uzakta kalıyor yani. Yukarıdaki kombin, işte bir taraftan hanım hanımcık bir şıklığı, diğer taraftan kolejli saflığını yansıtıyor. Kürk kabanda yine yatay çizgiler halinde kürk parçalarının biraraya getirildiğini görüyoruz. Beyaz, kahve, gri tonlarındaki bu kürk parçaları alttaki triko parçalarla uyum içinde. Bütün bu sade renkler içinde mankenin kırmızı ruju hemen dikkat çekiyor.

Bu yazıda, New York Moda Haftası'nda sergilenen 2010-2011 kolleksiyonlarındaki kürk "chubby"lere baktım, ama aynı zamanda daha geniş bir konunun da izini sürmeye çalıştım. "Modacılar nasıl oluyor da hala kürkten vazgeçmiyorlar?" sorusuna da bir cevap teşkil eden bir ortak noktanın yavaş yavaş belirdiğini düşünüyorum. 

Son dönemlerde modacılar doku, desen ve hacim konularıyla yakından ilgililer. Artık yeni teknolojiler bize malzemeyle istediğimiz gibi oynama imkanı veriyor. Kürk, deri, yün, pamuk, keten gibi doğal malzemelerin yanında artık naylon, akrilik, likra, goretex, thinsulate, microfiber, polyester... gibi bir sürü sentetik malzeme var tasarımcının elinde. Ama sonuç olarak bu malzemelerden elde edilen kumaşların çoğu hala iki boyutlu, bir yüzey sağlıyor. 

Tek boyutlu iplikten iki boyutlu kumaşa, ordan üç boyutlu kıyafetlere geçmek, işte tasarımın, terziliğin, tekstilin ve moda endüstrisinin temel paradigması bu. Kes, katla, yapıştır, dik... derken tasarımcının eline kürk diye bir malzeme geçiyor. Bu malzeme daha baştan üç boyutlu olmasıyla diğerlerinden ayrılıyor. 

Bir kumaşı boyarsınız, kumaşın rengi değişir, ama her tarafının rengi aynı olur. Kürkü boyayınca farklı bir sonuç alıyorsunuz, çünkü kısa tüyleri var, uzun koruyucu tüyleri var, bunların renkleri farklı olabildiği gibi, tek bir tüyün başıyla ucu arasında bile renk farkları olabiliyor. İşte bu özellikleriyle kürk, 2 boyut ile 3 boyut arasındaki sınırı kurcalamak için tasarımcıya müthiş imkanlar sunuyor.

18 Şubat 2010 Perşembe

New York Moda Haftası - Irina Shabayeva

Project Runway'i takip edenleriniz, son sezonun yani altıncı sezonun birincisi Irina Shabayeva'yı hatırlayacaklardır. Bu Rus modacının önünde parlak bir kariyer olduğu daha yarışma sürerken belli olmuştu aslında. Ben özellikle, sadece kağıt kullanmak zorunda olduğu bir bölümde, kağıtları buruşturarak kabarık ve tüylü bir yaka ve manşet görüntüsü vermeyi başardığı mantoda çıkardığı işi beğenmiş ve kendisini takdir etmiştim.
 
Birkaç gün önce Shabayeva New York Moda Haftası'nda 2010-2011 sonbahar kış kolleksiyonunu sundu. Genel olarak başarılı bir kolleksiyonda dikkatimi çeken parçaları yakın plana almak ve sizinle paylaşmak istedim. Shabayeva siyah, kamel-taba kahve, çivit mavisi ve beyaz olarak belirlemiş renklerini ve bu renklerin dışına nerdeyse hiç taşmamış. Kumaşları düz, desensiz seçmiş, sınırlı olarak kullandığı trikolarda da bu renk-desen sınırlarını aşmamış. Tasarımlarına canlılık ve hareketliliği ise kürk, kuş tüyleri ve kumaşların üstüne akrilik boyayla çalışılan kuş tüyü görünümlü desenlerle vermeye çalışmış. Bir de, bluz, etek ve pantolonları süslediği boncukları eklemem lazım.
 
İşte, en sevdiğim parçayla başlayayım. Camel-taba rengi, "smart" bir takım, üstüne kenarları kristal tilki kürküyle süslenmiş ve dev bir kuş kanadı şeklinde işlenmiş bir panço-kaban. Kumaş üstüne boyama olarak çalışılmış bu kuş kanadı figürünü tam olarak görebilmek için bir sonraki kıyafete bakalım.


Çocukken bir çizgi film vardı, İnkaların altın şehrini arayan çocuklar ve onlara yardım eden dev bir kuş, işte bu kuş kanatları bana onu hatırlattı. İddialı, ama aynı zamanda oldukça güzel. Yalnız, yakından bakınca, kumaş üstüne boyama işçiliği bana yeterince kaliteli bir iş gibi görünmedi. Acaba Ishinbayeva bu kanat figürlerini siyah-beyaz kumaşlardan kesip dikerek kotaramaz mıydı? Bilemiyorum. Kanat figürü bir yana, bu pançonun kesimi son derece "havalı" görünüyor, değil mi?

Şimdi de, kenarları ve yakası görkemli bir şekilde kristal tilki kürküyle çevrili bir manto görüyoruz. Bu da yetmezmiş gibi, mantonun hem içi hem de dışı, dev bir kuş kanadı oluşturacak şekilde ince ince kuş tüyü şeklinde boyanmış! Manken kollarını iki yana açtığında, bir an "Acaba uçacak mı?" diye düşünmeden edemiyorsunuz! Yalnız mantonun boyu ve dökümüyle ilgili şüphelerim var. Bu kadar ihtişamlı bir yaka ve dev bir kuş kanadı gibi açılan yanlara bu boy biraz kısa kalmış bence. Mantonun boyu daha uzun ve eteği daha dökümlü olmalıymış.

Shabayeva, kumaş üstüne kuş tüyü şeklinde boyamakla yetinmemiş, doğrudan kuş tüyleriyle bezeli parçalar da tasarlamış. Renk paleti bana çok kasvetli geldi gerçi, ama yine de müthiş bir görünümü olduğunu itiraf etmeliyim.

  
Shabayeva'nın kolleksiyonunu, desen ve doku üstüne bir çeşitleme olarak okuyabiliriz. Kullandığı malzemeler arasında boncuklar da yer alıyor ve ortaya DIY projelerine ilham kaynağı olacak güzel parçalar çıkıyor, mesela aşağıdaki bluzda siyah-gri-beyaz renklerde ince tüp şeklinde boncuklarla elde ettiği desen, denizdeki bir dalga veya rüzgarın bir esintisi gibi bir uçtan diğerine akıyor adeta.
Aşağıdaki kıyafet, kolleksiyonun en sade parçalarından biri sayılabilir. Düz, gri renkli bir kaban, ama altında, yukarıdaki gibi boncuklarla işlenmiş bir pantolon/tayt.
Aynı boncuklu işlemeyi aşağıdaki beyaz kıyafette de görüyoruz. Üstte, benim çok sevdiğim, kenarları tilki kürklü kaşmir "wrap" veya şallar görüyoruz. Buz beyazı da çok güzel durmuş, ama asıl kahve ve siyah renklerde harika duruyor bu şallar. "Zürafanın düşkünü beyaz giyer kış günü" demiş atalarımız gerçi, ama beyaz pantolonun işlemeleri çok zarif görünüyor.
 
Yine beyazlar içinde bir kıyafet, yine yukarıdaki kenarları kürklü beyaz şala bürünmüş bir model, ama bu sefer bir pantolon değil, kat kat, kabarık, tüylerle bezeli, kuğu zarafetinde bir etek!
 
Bu kolleksiyonda DIY projelerine ilham kaynağı olacak çok şey var demiştim, işte aşağıda siyah-beyaz kontrastı üstüne kurulmuş bir elbise. Siyah tüylü küpeler de gayet güzel, ama uzun siyah deri eldivenler ve düz siyah çoraplar olmamış bence. Özellikle çoraplar! Tamam, anlıyorum, elbisenin yalınlığı, çorapların böyle düz, desensiz olmasını gerektirmiş olabilir, ama bu şekilde çok basit durmuş, mutlaka başka bir çözümü olmalıydı!
 
Yazıyı artık noktalamak istiyorum, ama sizlere mutlaka göstermek istediğim birkaç parça daha var. İşte aşağıdaki kolajda solda, kumaş üstüne boyama şeklinde kanat çalışmasının mavili bir örneği. Devasa snood dikkatinizi çekmiştir eminim! Renk geçişlerindeki uyum bir harika, gözü hiçbir şekilde tırmalamıyor. Sağda ise, degrade kürk kabanı aynı renk geçişlerini içinde barındırırken görüyoruz.
Bu da, Shabayeva sonbahar kış 2011 kolleksiyonundan sizlerle paylaşmak istediğim son kare. Bu defilede mankenlerin verdikleri pozlar ve yüzlerindeki ifadeleri çoğu zaman pek beğenmedim, ama aşağıdaki manken, elleri belinde, kendine eksiksiz güvenen bir şekilde gelmiş, kameralara karşı durmuş ve poz vermiş.
Son olarak, ortaya gayet başarılı parçalar çıkmışsa da, takı ve diğer aksesuarların, özellikle de mankenlerin makyajlarının kıyafetlerin yanında çok sönük kaldığını belirtmeliyim. Irina Shabayeva, Project Runway'de yakaladığı başarının tesadüf olmadığını bu kolleksiyonla gösterdi, ama mükemmelliğe doğru kat etmesi gereken yolda ekibinin de çok iyi olması, kıyafetlerini en iyi mankenlerin taşıması gerekiyor. Biz yorumluyoruz, tabii işimiz kolay, asıl zor iş onunki.