31 Aralık 2009 Perşembe

A.Y.Y.H.S.M.A.D.H.B.K.V.A!.........AYYHSMADHBKVA!

2009'da başlayan blogumda 2010'da birlikte nice güzellikleri paylaşmak dileğiyle...

Allah Yeni Yılda Herkese Sağlık, Mutluluk, Aşk, Dostluk, Huzur ve Bereketli Kazanç Versin!
Amin.





Bunlar da geride kalan yılın geride kalan blog yazılarından aklımda kalan birkaç kare:














 
 


29 Aralık 2009 Salı

Süpermodel Caroline Trentini ve kürkler -3-

Caroline Trentini'nin defilelerde ve moda dergilerinde sergilediği kürkleri konu edinen yazı dizimizin üçüncü bölümündeyiz. Bazı bloglar arka arkaya fotoğrafları dizdikten sonra iki üç satırla konuyu geçiştiriyorlar. İnternet fotoğraf, görsel dolu. Bir yerlerden toplanan görselleri tekrar yayınlamanın pek bir esprisi yok benim için. Ben, her bir fotoğrafı, her bir kıyafeti yakından ve uzun uzun incelemek taraftarıyım. Bu da benim "katma değerim."

Michael Kors yıllardır tasarımlarını beğenerek takip ettiğim bir modacı, ayrıca Project Runway'de jüri üyesi olarak beğeniyle izliyorum. Bu yazı dizimizin ilk bölümünde Caroline'ı Michael Kors'un 2005 defilesinde muhteşem bir metalik gri saten-dantelli elbise ve elbiseye çok yakışan harika renkleri olan bir Arktik tilki kürkü manto içinde görmüştük. Şimdi, Michael Kors 2007 kolleksiyonundan gümüş tilki kürk yakalı gri-beyaz tüvit (bu imlaya bayılıyorum!) bir mantoyla görelim.



Caroline her yönüyle şık, her parçası özenle düşünülmüş ve birbirini tamamlayan bu kıyafeti mükemmel taşıyor ve tüm ışıltısı ortaya saçılıyor. Üstündeki sarı kazağı tek başına olsa çok çiğ duracakken burada genel dengeyi hiç bozmamış. Mantonun tüvit kumaşı çok güzel ve farklı kombinlere çok açık. Bizde çalışan kadınlar Caroline'ın koyu füme pantolonuna benzer pantolonları iş kıyafetlerinde sıkça kullanıyorlar. Genelde bele ve kalçaya yapışan modeller tercih ediliyor, ama Caroline'ın pantolonunda pileler ve kemer de çok güzel durmuş. Yukarıdaki fotoğrafta pek anlaşılmıyor, ama aşağıda sağdaki fotoğrafta mantonun dizin hemen üstüne kadar uzandığını görüyoruz. Aslında kısa sayılacak bir boy, ama bu haliyle kıyafeti basitleştirmek yerine bir hafiflik veriyor ve hareket katıyor. Aslında bu mantoda, iyi uygulanmazsa yanlış gitmeye elverişli çok ayrıntı var. Kürk yaka mantoyu kaba ve kalabalık gösterebilirdi, boyunun kısalığı basitleştirebilirdi vs, ama hepsinin bir dengeye oturması, arkasında ince bir tasarım ve çok iyi bir işçilik/terzilik olduğunu söylüyor bana.



Caroline'ın saçları ve son derece doğal duran makyajı da olağanüstü, ama benim asıl beğendiğim, bu resimlerde Caroline'ın canlı, hayat dolu ve "sağlıklı" görünüşü oldu.

Oscar De La Renta defilesinden kıyafetler var sırada. Caroline'i sol başta içi kuzu kürklü, hippie tarzı bir deri kaban içinde görüyoruz. Başındaki altın samur kürk kenarlı şapkanın parlak yeşil kumaştan tepesine dikkat ediyoruz. Bu kürk kenarlı şapka mesela koyu renk kaşmir bir mantonun üstünde çok şık durur bence, ama deri kabana gitmemiş.İkinci resimde elbisenin askısı gibi görünen, aslında samur kürkünden çok cici bir bolero. Üçüncü resimde, yakası ve eteği çinçilyadan yine gözalıcı işlemelerle bezenmiş bir elbise görüyoruz. Son olarak Caroline'ın başında bu sefer Rus samurundan yapılma bir kürk şapkayla görüyoruz.





Şimdi Christian Lacroix sonbahar kış 2005 hazırgiyim (RTW) defilesinden iki kıyafete bakalım. Önce, pembe-bordo-yeşil-mavi enfes renklerde baskı bir elbise ve üstünde yakası kürklü siyah bir ceketle görelim Caroline'ı.






Bu ne güzelliktir böyle! Caroline'ın uçlara doğru hafif açılan saç rengi mükemmel, saçlarının uçları dalgalı stili harika. Bazı modeller vardır, zayıf olacağız diye iskelete dönerler, kemikleri çıkar. Caroline öyle değil, canlı, diri, hayat fışkıran bir bedeni var. Aşağıda yine aynı defileden, kenarları kürkle süslü siyah saten bir manto içinde görüyoruz Caroline'i.



Bileklerine kadar kat kat uzanan siyah deri eldiveni gözalıcı. Bazı deri eldivenler vardır, kayış gibi serttir, insanın eline bir türlü oturmaz, ama bu eldivenlerin derisinin ne kadar yumuşak olduğu resimden anlaşılıyor. İngilizcede "butter soft" diyorlar, yani tereyağı gibi yumuşak. Sadece beldeki parlak mavi saten kumaştan kemere çok anlam veremedim. Kürkün desenleri, bize Kuzey Amerika'daki lynx türlerinden biri olduğunu söylüyor. Montana lynx'i olabilir veya daha kuzeyden, Kanada'dan bir lynx olabilir.



Caroline Trentini'yi izlemeye devam...

27 Aralık 2009 Pazar

NYT haberinde sözü edilen Etsy satıcılarından Yokoo'ya yakından bakış

19 Aralık tarihli yazımda New York Times'da çıkan bir haberi konu etmiştim. Bu haberde, Etsy'de ürün satmaya hobi olarak başladıktan sonra normal işlerini bırakıp hobilerini işe çevirenler konu ediliyordu. O zaman, haberde konu edilen satıcıları pek fazla inceleme fırsatım olmamıştı. Şimdi haberde konu edilen satıcılardan biri olan Yokoo Gibran'a yakından bakmak, bu vesileyle Etsy, el emeği ve hobiyi işe çevirme konularındaki düşüncelerimi açıklamak, Türkiye-Amerika arasında el işleriyle para kazanma konusunda ufak bir iki karşılaştırma yapmak istiyorum.

NYT haberine konu edilen ilk Etsy satıcısı, Yokoo Gibran, Etsy dükkanının adı yokoo. Dükkanına girer girmez, neden bu kadar çok para kazandığına dair ilk ipucunu görüyoruz. Mesela, New York Times'da da yer alan fotoğraftaki ürüne bakalım, altı üstü eni 20 santim boyu ise 2 metrenin üstünde düz sayılacak bir örgü atkının fiyatı tam 150 dolar!



Satıştaki ürünleri arasında fiyatı 50 doların altında olanları da var, mesela aşağıdaki ponponlu tacın fiyatı 34 dolar, tabii bu tacı yapmak, o upuzun atkıyı örmekten çok daha az vakit alacaktır. Bu tacı bizim blogcularımızdan biri yapıp satmaya kalksa fiyatı herhalde en fazla 25-30 lira olur. İşte, Amerikalı Etsy'cilerle bizimkiler arasındaki birinci farkı ve Amerikalıların avantajını hemen görüyoruz: El emeğine daha fazla değer biçiyor ve o değeri veriyorlar.

Bu arada, hemen belirteyim, ben NYT'deki haberin etkisiyle, Yokoo'nun bu işten 140 bin dolar "gelir" elde ettiğini yazmış, bunun ciro olmadığını ifade etmiştim, ama Etsy'deki profiline bakınca sanırım öyle değil. Şu ana kadar 1219 satış yapmış görünüyor. Etsy'de satışa 13 ay önce başlamış. Ortalama ürün fiyatına 100 dolar dersek işte 1219 çarpı 100 eşittir 120 bin dolar gibi bir rakama ulaşıyoruz. Bundan yün masraflarını falan düşmek gerek, dolayısıyla 140 bin doların net kar değil ciro olduğunu tahmin ediyorum.

Tabii ürün fiyatlarının yüksek olması tek başına bir şey ifade etmez, sonuçta talep olmazsa arz bir işe yaramıyor ve ciro=satılan ürün adedi x birim fiyat denklemine göre, bu ürünlerden 13 ayda 1219 adet satmış olması, daha doğrusu satabilmiş olması da ayrıca büyük bir başarı. Bu bizi yine yukarıdaki "El emeğine daha fazla değer biçiyor ve o değeri veriyorlar" sonucuna götürüyor. Ben de emeğime çok fazla değer biçiyorum, ama Türkiye'de kimse o değeri vermedikten sonra neye yarar?



Yokoo'nun ürünlerini örgü işlerinde becerikli anneme gösterdim, "Canım bunları örmeye ne var?" dedi, burnunu kıvırdı. Ama, görüyorsunuz, iş örmekle bitmiyor. Gerçekten de Yokoo'nun ürünlerinde öyle olağanüstü örgü becerisi isteyen, yok Türkan Şoray kirpiğiymiş, yok Zeki Müren'in şeysiymiş gibi fantastik modeller yok. Hatta tersine, gayet sade ve basit tasarımları var, ama sonuçta bir "tasarım"ları var, kendilerine özgü bir yanları var ve işte bu da Yokoo'nun ikinci avantajı. Hafif çekik gözleri ve Yoko Ono'yu çağrıştıran ön adı, bana en azından bir tarafının Uzakdoğulu (Japon?) olduğunu düşündürüyor. Japon ve Korelilerin sade, minimalist anlayışları, tasarımlarına ve ürün fotoğraflarına da yansımış.

Ürün fotoğrafları deyince, yukarıdaki ponponlu taç fotoğrafında ne kadar sevimli çıkmış Yokoo, değil mi?! Fotoğraflardaki profesyonellik ve yüksek kalite de dikkatimizi çekiyor, çekmeli. Örneğin ilk fotoğrafta ışığın sağdan vurması, duvarda asılı resim, Yokoo'nun oturduğu kanepenin sadeliği, hepsi dikkatleri Yokoo'nun yüzüne ve tabii ki yüzünü sarmalayan atkıya, yani ürüne çekiyor. Bu da Yokoo'nun üçüncü avantajı. Herşeyden önce ürünlerinin hepsini canlı canlı kendisi modelliyor. Bazen ülkemizden, el emeği ürünlerini çeşitli sitelerde satmaya çalışan ev hanımlarının ürün fotoğraflarını görüyorum. Diyelim işlemeli bir şalı, yerde karmaşık ve renkli bir deseni olan halının üstüne veya aynı şekilde boğucu bir çekyat kanepenin üstüne sofra örtüsü gibi yaymışlar, artık cep telefonunun kamerasıyla mı çektiler ne yaptılarsa gayet flu bir fotoğraf. Hiçbir şey anlaşılmıyor, hiçbir çekiciliği yok. O zaman insan ister istemez "Ya bu ürün için para vermeye değer mi?" diye sormadan edemiyor. Yokoo'nun fotoğrafları kaliteli ve net, ürünlerini sergilerken giydiği diğer kıyafetler iyi düşünülmüş, arka planlar sade, modelliği profesyonel sayılacak kadar başarılı.

Yokoo, abajur saçları, yuvarlak yüz hatları, hafif çekik gözleriyle çok sevimli bir model, insanın içini ısıtan ve güven veren bir satıcı. Ürünlerini sergilerken yüzünü göstermekten çekinmiyor. Öyle afet bir güzel değil, ama olması da gerekmiyor. Bazı ürün fotoğraflarında çok komik çıkmış, insanın içinden gülmek, en azından tebessüm etmek geliyor. Ayrıca, aşağıdaki örgü çanta gibi bence oldukça başarılı tasarımları da var.


Bir Vintage Avcısı: Couture Allure

İnternette vintage kıyafetleri alabileceğiniz pek çok yer var, ama bunların arasında benim dikkatimi çeken biri var ki sizinle paylaşmak istedim. Couture Allure'un benim için esas cazibesi, sattığı ürünlerden önce, markalar, dönemler, moda tarihi ve vintage kıyafetler üstüne yazdığı keyifli yazılarını içeren blogu. Özellikle, bloguna konu ettiği kıyafetlerin kendi dönemlerindeki fiyatlarını ve bugünkü fiyatlarını vermesini seviyorum.

Couture Allure Blogu'nda dikkatimi çeken, okurken pek çok şey öğrendiğim yazılar arasında şunları sayabilirim: 1930lardan başlayarak onar yıllık dönemler içinde 1940lar, 1950ler, 1960lar, 1970ler ve 1980lerin manto ve kaban modaları yazı dizisi; vintage kıyafetlerin vücudu saran kesimlerinin altındaki sır olan "foundation garments" yani vintage içgiyim parçaları ve günümüzde vintage elbiseleri doğru şekilde giymek için kullanılabilecek içgiyimleri, 1978 disco çılgınlığı günlerinin modası, 1950ler boyunca (1951, 1954 ve 1959) hızla değişen etek modası, Mad Men dizisinin yeni sezonunda kullanılacağını düşündüğü kıyafetler ve sezon sonunda tahminlerinin ne ölçüde tuttuğu değerlendirmesi (birinci ve ikinci bölümler), "Olağanüstü Kürkçü" Emeric Partos, 1957, 1966 ve 1975 yıllarından mücevher takı tasarımları...

Şimdi de, Couture Allure'un satışa sunduğu vintage kıyafetlerden bazı örneklere bakalım. 80lerden Fabrice Simon'un işlemeli bir mini elbisesiyle başlayalım.


Siyah ipek organza kumaşın üstüne işlenmiş binlerce minik siyah boncuk tüm elbiseyi kaplarken, etek uçları yine boncuklarla işlenmiş pembe, yeşil ve siyah çiçeklerle bezenmiş. Bu mini elbisenin ağırlığının 3 kg'dan fazla olduğuna inanabiliyor musunuz?!


Şimdi de 70lerden, Goldworm markasının yanısıra gökkuşağındaki bütün renkleri tüm canlılıklarıyla taşıyan harika bir elbiseye bakalım. Elbiseye aynı renk ve desenlerde ipek şifondan bir pelerin/şal eşlik ediyor.



Couture Allure kolleksiyonundan son olarak tanıtmak istediğim kıyafet, gerçek bir vintage hazinesi. 1968'de New York'taki Bergdorf Goodman mağazasının özel sipariş bölümü tarafından Oscar de la Renta'ya bir müşterileri için sipariş usulü yaptırılmış bir gece elbisesi ve uyumlu mantosu.

 

Bergdorf Goodman, Türkiye'de bir zamanlar çok tutulan Yeni Karamürsel, Yeni Konak gibi mağazaların esin kaynağı olan "department store" yani çok bölümlü mağaza türünün en köklü ve lüks örneklerinden biri ve bugün hala Manhattan'da faaliyette. Sex and the City'nin sıkı takipçileri mağazayı Carrie Bradshaw'ın gözde alışveriş mekanı olarak hemen hatırlayacaklardır.

Gerçi bugün hala ünlü moda firmaları için Amerika'da Macy's, Neiman Marcus, Bergdorf Goodman, Saks Fifth Avenue, Bloomingdale's, İngiltere'de Selfridges, Harrods gibi mağazaların büyük önemi var, sırf bu mağazalarda satılmak üzere özel ürünler tasarlıyorlar, ama bu kıyafetin hikayesi, bugün başlarını alıp gitmiş büyük moda evleri üstünde bu mağazaların ne denli etkili olduğunu gösteriyor bize.




Elbise ve manto, pembe, kahve ve beyaz tonlarında brokarlı bir kumaştan yapılmış, ayrıca kumaşın dokusunda altın sarısı renginde metalik simler de yer alıyor. Kendine özgü çiçekli, geometrik deseni kıyafete baştan aşağı el işlemesi havası veriyor. Elbisenin göğüs ve bel çevresinde ayrıca yarı değerli taşlar, altın zincir ve altın boncuklardan oluşan gösterişli bir işleme yer alıyor. Mantonun yakası ve kolları ise vizon kürklü, önü elbisedeki işlemeler tarzında süslenmiş iki gösterişli düğmeyle kapanıyor. Elbisenin içi krem rengi ipek astarla, mantonun içiyse kahverengi ipek taftayla astarlanmış!


 
Şöyle bir düşünüyorum da, ülkemizde böyle nadide bir kıyafeti ancak bir müzede görebiliriz herhalde, ama hangi müzede? Bu kıyafetin her tarafından şıklık, zarafet, lüks ve ihtişam taşıyor. Audrey Hepburn veya Grace Kelly'yi bu kıyafet içinde, omuzlarına kadar uzanan beyaz saten eldivenler giymiş olarak, bir balo salonundan içeriye girerken hayal edin... İşte Couture Allure'ün, yani yüksek modanın, haute couture'ün cazibesi bu.

24 Aralık 2009 Perşembe

Kırmızı

Yeni yıl kırmızıyla anılır ya hep, ben de bu yazıda beğendiğim kırmızı veya kızıl kıyafetleri konu etmek istedim. Defilelerden örneklere geçmeden, çok beğendiğim, hatta bu yazıdaki favorim olan bir elbiseyle başlamak istiyorum.

Elbisenin en dikkat çekici tarafı şüphesiz kat kat eteği. Katların uçlarındaki incecik sarı şeritler katlı görünümü pekiştiriyor. Bir çiçeğin yaprakları gibi narin bir görüntü veriyor ve tam "çiçek" demişken, yeşil çimenleri hatırlatan arka plan da yerine oturuyor. Elbisenin gövdesindeki kurdelalar ve dantel işlemeler de hoş. Modelin kendi dünyasında, düşünceli pozu fotoğrafın duygu yoğunluğunu arttırıyor. Bu harika elbisenin bir başka fotoğrafına daha bakmaya değer:





Şimdi, Linda Evangelista'yı Valentino'nun 1987 kolleksiyonundan bir kırmızı elbise içinde görelim.


Linda'ya kızıl saç yakışıyor doğrusu! Bana Beşinci Element'teki Milla Jovovich'i hatırlatıyor. Şimdi 20 yıl ileriye saralım ve Linda'yı Dior'un bir "hot kutür" (haute couture!) tasarımı içinde görelim.

 Mor-mavi-bordo-kırmızı renk uyumları olağanüstü. İlk bakışta elbisenin rengine göre daha "çiğ" duran kırmızı eldivenleri yadırgamıştım, ama tekrar bakınca yanıldığımı anlıyorum.

 

Şimdi bir Hint gelinine yer vermek istiyorum. Altın simli, taşlı işlemeleriyle kıpkırmızı bu gelinlik gözalıcı. Aslında bizim geleneğimizde de gelinlik kırmızı olur, bol işlemelidir ve illa ki simli gelin teli bulunur. Avrupa'nın etkisiyle artık beyaz gelinlikler moda ama bu binlerce yıllık gelenek kırmızı kurdela olarak direnmeye devam ediyor. Bence öyle kurdelayla falan olmaz, kırmızı olmayacaksa hiç olmasın, daha iyi.




Dior'un 1990 kolleksiyonundan aşağıdaki kıyafetteki kırmızı ve altın sarısı uyumu bana bu Hint gelinliğini çağrıştırdı. Gerçi yakından bakınca etek ve ceketteki kumaşın dokusu çok farklı, kırmızı-pembe pütürler kadife veya yünlü bir kumaştan minik topaklar şeklinde, ama çağrışımda o kadar farklılık olur artık. (Aslında bu Hint gelinliğini çağrıştıran başka bir haute couture elbise hatırlıyorum, ama bir türlü bulamadım. Bakalım, belki bulurum bugün yarın...)


Dior'un 1992 yılına ait bir başka haute couture elbisesini bu sefer Helena Barquilla'nın üstünde görüyoruz. Elbisenin üstündeki işlemeler ve göğüs dekoltesini çevreleyen simli detaylar çok güzel görünüyor. Yukarıdaki kıyafetlerle birlikte değerlendirince, şöyle düşünüyorum. Kırmızı o kadar dikkat çekici bir renk ki, normalde başka renkler için simler, işlemeler, kıyafete hareket katmak için düşünülürken kırmızı sözkonusu olunca, onun sadeliğindeki haşinliği dengeleyen bir unsur haline geliyorlar.  






Bu yazıyı Eugenia Volodina'nın Valentino 2004 sonbahar-kış haute couture defilesinde sunduğu kıpkırmızı bir kıyafetle bitirmek istiyorum.


Gerçi pek belli olmuyor ama ayakkabısı hariç her şeyi kırmızı Eugenia'nın. Elbisesinin fırfırlarla süslü eteği hoş, ama benim aklım hala ilk fotoğraftaki kırmızı çiçekte! Belindeki taşlı işlemenin bir kuştüyü gibi aşağıya uzanması ince ve güzel bir ayrıntı. Tabii Eugenia'nın omuzlarını süsleyen kırmızıya boyanmış tilki kürkünden etol de gözalıcı. Elbisenin saten-ipek kumaşı ışığı pırıl pırıl yansıtırken, kürk etolün nasıl farklı bir dokuya sahip olduğuna dikkat ediyoruz. Bu nedenle rengi sanki elbiseden hafif açıkmış gibi duruyor.


 Bu Slav kadınlarının (ve dahi erkeklerinin!) donuk, android bakışları beni öldürüyor! Elbisenin kıpkırmızı alevlerinden Eugenia'nın gözlerine uzanınca insan buz kesiyor...

Buraya kadarki resimlere bakınca şöyle ilginç bir sonuç ortaya çıkıyor. İlk elbise hariç diğerlerini giyen modellerin hiçbiri sarışın değildi! Linda örneği, kırmızının kızıl saçlılarda çok abartılı kaçtığını düşündürürken (elbiselerin haute couture olduğunu, yani abartının doğal parçaları olduğunu hatırlayarak), kırmızı esmerlere sanki daha bir başka yakışıyormuş gibi geliyor bana. E, İspanyol veya çingene güzelleri boşuna kırmızılarla tanınmamış!

Nasıl, benim seçtiğim bu kırmızı-kızıl kıyafetleri beğendiniz mi? (İpucu: Beğendiyseniz devamı var!)

19 Aralık 2009 Cumartesi

Hobiyi işe çevirmek? New York Times'da Etsy hakkında bir yazı

Takip ettiğim bloglar arasında, hobi diye takı, kıyafet vs tasarlamaya başlayıp sonra işi ilerleten ve çok da başarılı olan blog yazarları var. İyi, güzel ama bir uğraşı hobi olmaktan çıkıp iş olmaya yönelince, o kadar da eğlenceli olmayan yönleriyle de uğraşmak gerekiyor. Sonra, "ölçek ekonomisi" diye bir kavram var. Eğer günde bir ürün satışı yapıyorsanız, bu her gün o ürünü kargoya vermek için onca yol tepmeniz gerektiği anlamına da gelir. O yolu bir ürün için de katedeceksiniz, on ürün için de. Yolda geçirdiğiniz zaman, ulaşım için yaptığınız masraf, bunların hepsi birer sabit maliyet. Bir yerine on ürüne bölündüğü zaman maliyetler ciddi ölçüde düşecek. Paketleme bir başka örnek mesela. On ürünü paketlemek için gerekli zaman, bir ürünü paketlemek için gerekli zamanın on katı olmayacak, daha kısa olacak. Sonuçta, her iş gibi bu işe de zaman ve emek harcamak lazım. Sabretmek, yılmamak lazım.

İşte ben bu düşünceler içindeyken, New York Times'da Etsy üzerinden satış yaparak çok başarılı olan, hatta öyle ki düzenli işlerinden ayrılacak kadar iş yoğunluğuna ulaşan ve bu arada, yıllık 100 bin doların üstünde kazanç sağlayan kişileri konu eden bir makaleye rastladım. İlginç bir yazı. Amerika'da özellikle ekonomik kriz dolayısıyla işlerinden olan kadınlar arasında etsy ve benzeri kanalları kullanarak evde iş yapan bir kitlenin ortaya çıktığını anlatıyor. Evet, etsy'den büyük para kazananlar var, mesela Yokoo Gibran bunlardan biri, ama düzenli işinde çalışırken sarfettiğinden çok daha fazla emek veriyormuş etsy'de sattığı ürünlerine. Ve yılda 140 bin dolardan fazla kazanıyormuş! Günde 13 saat örgü örüyormuş. Yazıdan çıkan bir önemli ders şu: Bu yeni ortamda sadece çalışmak yetmiyor. Tasarım, iletişim de çok önemli. Bloglarda, web sitelerinde ürünlerini tanıtmak, müşterilerle birebir temas, bunlar çok zaman ve efor isteyen şeyler ve aslında işin bir parçası olmalarına rağmen pek göze çarpmıyorlar. Yazıda sözü edilen bir karı-koca kendilerini öyle bir kaptırmışlar ki, sabah akşam, hobi diye başlayıp bütün hayatlarını kaplayan işlerini düşünüyorlarmış. Bıkkınlık ve bezginliğe düşmemek, kendini tüketmemek için arada bir mola vermek, özel hayatla iş arasındaki sınırı çizebilmek çok önemli. Öte yandan, herkes bu kadar başarılı olamıyor tabii. Etsy'ye karşı eleştiriler de yok değil. Bu eleştirilerden önemli bulduğum birisi, Etsy'nin aslında kadınlara bir hayal sunduğunu ileri sürüyor. Bu hayal, kadınların erkek-egemenliğindeki iş ortamlarından çıkmalarını ve ev ortamında el emekleriyle ürettiklerini satarak güzel bir hayata erişebileceklerini savunan feminist söylemin hayali.

17 Aralık 2009 Perşembe

Yılların eskitemediği güzel Monica Bellucci ve yakışıklı Alain Delon 20 yıl öncesinde...

Monica Bellucci'yi herhalde ilk defa Malena adlı filmde izlemiş ve Müjde Ar-vari güzelliğine hayran olmuştum. Yıllar geçtikçe güzelleşen Fransız ve İtalyan kadınlarını hepimiz biliriz: Catherine Denevue, Sophia Loren, Isabella Adjani, Sophie Marceau... Bu kadınlar, her zaman şık, zarif, ama aynı zamanda kadınsı ve çekicidirler. Monica Bellucci de modellikle başladığı kariyerinde ilerleyen yaşlarında sinemayla tanışmasına rağmen, yıllar geçtikçe güzelliğini kaybetmeyen bir oyuncu.

İşte Monica Bellucci'nin ta 1987'de, İtalyan kürkevi Annabella'nın reklam kampanyasında Alain Delon ile birlikte yer aldığını keşfettim ve bu kampanyadan harika kareleri sizinle paylaşmaya karar verdim. Annabella Kürkevi, İtalya'nın Pavia kentinde 1953 yılında kurulmuş. İtalyanların kalite ve tasarımdaki bildik zevklerini yansıtan ve el sanatları, el emeği, işçiliğin el üstünde tutulduğu bir firma. Bugüne kadar reklam kampanyalarında ve defilelerinde, Alain Delon ve Monica Bellucci'nin dışında, Catherine Denevue, Sophia Loren, Naomi Campbell gibi ünlü isimlere yer vermesiyle dikkat çekiyor.




Monica Bellucci ve Alain Delon bu fotoğraflarda, tutkulu bir aşkı yaşayan bir çifti canlandırıyorlar. Reklam kampanyasında yukarıdaki fotoğrafa eşlik eden yazı şöyle: "Fransız cazibesi, İtalyan güzellik ve zarafeti: Alain Delon ve Monica Bellucci." Gerçekten de Alain Delon siyah smokini içinde müthiş karizmatik ve "cool" ile cazibeyi, Monica Bellucci de muhteşem samur kürkü ve sade makyajı ile güzellik ve zarafeti simgeliyor. İkisi ayrı yönlere bakıyorlar, ama Alain Delon Monica'nın Alain Delon'un omzuna yaslanması aralarındaki çok özel bu anı objektife yansıtıyor.

Bu karede yine Monica'yı yine Alain Delon'un omzuna yaslanmış görüyoruz. Monica'nın bakışları objektifi delip geçiyor. Birbirlerine çok yakınlar, ama onları endişelendiren birşeyler var ve bu, mutluluklarını gölgeliyor. Monica, fırtınadan çıkmış, sakin bir liman gibi duran eşine sığınıyor. Alain, onu ne pahasına olursa olsun koruma kararlılığında olduğunu gösteriyor.



Aynı duygular yukarıdaki kareye de yansımış. Alain Delon, eşine onu sahiplenir bir şekilde sarılıyor. Monica Bellucci'yi beyaz zemin üstüne siyah beneklerden oluşan kendine has deseniyle bir Rus lynx kürkü içinde görüyoruz.

Yukarıdaki biraz karamsar ve duygusal karelerden sonra ikiliyi birbirlerine sarılmış, gülerek yürürken görüyoruz. Soldan içeri vuran güneş ışıkları ortamı ısıtıyor. Kampanyada bu fotoğrafa eşlik eden yazı, "Pavia'nın büyüsü içinde Alain Delon ve Monica Bellucci ile unutulmaz bir an" diyor. Pavia, İtalya'da Annabella kürklerinin bulunduğu, tarihi bir kent. Monica Bellucci'nin üstünde bir başka lynx kürk var.


Yukarıdaki resimde Monica'yı tek başına, duru güzelliğinin tüm yalınlığı içinde görüyoruz. Vizon kürkü yüzünü harika bir çerçeve içine alıyor. Monica'nın yüzünde belli belirsiz bir makyaj var; yapılacak her müdahale bu güzelliği ancak perdeleyebilir! Beyaz ipek/saten bluzu ve kürkün rengiyle uyumlu deri eldivenleri içinde bir şıklık abidesi!

Son fotoğrafta yine Monica'yı tek başına görüyoruz. Kampanyanın genel havasına uygun olarak, kendi içinde düşüncelere dalmış bir pozda, bir başka vizon kürk içinde...



Bu kampanya için televizyonda yayınlanmak üzere reklam filmleri de çekilmiş. Görüntü kalitesi düşük, ama aşağıda youtube'da yer alan bir kaydı görebilirsiniz:

15 Aralık 2009 Salı

300 liraya kaşmir manto olur mu?

Geçen yıl, havaların soğumaya başladığı günler... Sevgili aşkım bir gün alışverişten, "Harika bir kaşmir manto aldım, hem de çok uygun bir fiyata, 300 liraya" diyerek geldi. Evet, manto üstünde güzel duruyordu, ama şöyle kumaşını bir yokladım, kaşmir (cashmere) olmasının mümkünatı yok! "Aşkım 300 liraya incecik kaşmir hırkaları zor veriyorlar, bu senin manto sentetik karışımlı bir kumaştan yapılmış, kaşmir değil!" dedimse de dinletemedim. Aradan bir hafta geçti geçmedi, kumaş sağdan soldan çekme yapmaya, topaklanmaya başladı. Tabii manto mağazaya iade edildi, para iadesi yapmadılar, yerine idareten birşeyler alındı. Gerçi ilk fırsatta kendisine %100 kaşmir bir manto alacağıma söz verdim, ama gösterdiğim birkaç kataloga baktıktan sonra "bir mantoya 1000 lira vermem" deyip konuyu kapattı. 999 liralık manto arayışlarım ise hala sürmekte:)



Kaşmir, dünyada ilk defa Hindistan'ın kuzeybatısındaki Keşmir bölgesinde dokunan kumaşlarla tanınmış, ama bugün asıl olarak Moğolistan'da ve Çin'in İç Moğolistan bölgesinde beslenen kaşmir keçilerinin yünlerinden elde edilen çok değerli bir yün. Hafif olmasına rağmen sıcak tutuyor, ama yazın terletmiyor ve en önemlisi teni okşayan şahane bir yumuşaklığa sahip; bir kere kaşmirle tanıştıktan sonra vazgeçemiyorsunuz. Ama yazının konusu kaşmire güzellemeler düzmek değil. Sonuç olarak kaşmir diye bir yün ve iplik türü var. Her kumaş ve tekstil ürününün içeriğini gösteren etiketi olur. Bir kumaşa kaşmir diyebilmeniz için kaşmir içeren bir iplikten dokunması gerek, bu kadar basit.




Ne yazık ki ülkemizde, pek çok konuda olduğu gibi hakiki ile sahte karışmış durumda. Kaşmire benzeyen bir dokusu var diye bir kumaşa kaşmir diyemezsiniz. Yurtdışında bunun şöyle kolayını bulmuşlar, ipliğe %5, %10 gibi düşük bir oranda kaşmir katıyorlar, sonra "kaşmir karışımı" (cashmere blend) diye reklamını yapıyorlar. Ya da, doğal ürünün adını çağrıştıran bir ad veriyorlar. Böylece herkes aradaki bağlantıyı kurabiliyor, ama sentetik ürünün farklı ve daha düşük kaliteli olduğunu da biliyor. Mesela, kaşmire benzeyen sentetik bir ipliğe cashmilion, veya cashmink gibi adlar verilebiliyor.

Örgü iplerinde de durum aynı. Türkçede tiftik diye bilinen yün, aslında tarihi olarak Ankara bölgesinde beslenen (ve yapılan araştırmalarda, kaşmir keçisiyle akraba olduğu gösterilen) tiftik keçisinden elde ediliyor. Bundan beş yüz yıl önce ta İtalyalardan tüccarlar Ankara'ya kalkıp geliyorlar ve bu yünden dokunmuş değerli kumaşlar satın alıyorlarmış. Bu kumaşların en kalitelilerini göstermek için kullanılan, Arapça kökenli muhayyer kelimesi Batı dillerine mohair olarak girmiş, oradan Türkçeye moher olarak dönmüş. Günümüzde muhayyer kelimesi dilimizde en çok, ikinci el araba alırken satıcının "Abi araba muhayyer" sözünde kullanılır, işte moher yünündeki moher o muhayyer.



Yine angora, adından da anlaşılacağı üzere, Ankara yöresinde beslenen angora tavşanının yününe verilen ad. Düşünün, dünya çapında meşhur yün cinslerinden ikisi ülkemizden, hatta Ankara'dan çıkmış ve dünyaya yayılmış, ama artık ikisi de bizim ülkemizde çok az üretiliyor ve tanınıyor. Bugün dünyada moher üretiminin büyük bölümü Güney Afrika'da, angora tavşan yünü üretiminin büyük bölümü ise Çin'de yapılıyor.


Yazının başında şikayet ettiğim, bir şeyin sahtesi veya imitasyonunu aslı gibi tanıtma ve adlandırma sorunu tiftik ve angora için de geçerli. Kadınlarımız arasında artık öyle yerleşmiş ki bu alışkanlık, parlak tüylü örgü iplerine içerikleri ne olursa olsun tiftik veya angora deniyor. Hadi diyelim kadınlar işin kolayına kaçıyorlar, üretici firmalar neden bu kafa karışıklığına hizmet ediyorlar, anlamıyorum.

İşte, Nako web sitesine gidip ürünlerine bakalım birlikte. Ürünler arasında Angora adlı bir yün görüyoruz, içeriğine bakıyoruz, "%50 moher %50 akrilik" diyor, yani içinde angora yok!

Yurtdışında olsa, en azından ürün adında fahiş bir çarpıtma olmasın diye içine en azından %5 angora filan koyarlardı, burada angoranın adı var, kendi yok! Süper Angora diye bir ürün gözümüze çarpıyor, "Hadi Angora'da ucuza kaçtılarsa en azından Süper Angora daha kalitelidir" diye düşünüyoruz, ama o da ne, Süper Angora'da moher oranı %35'e düşmüş, akrilik oranı %65'e çıkmış, yani daha ucuz malzeme kullanılarak daha kaliteliymiş gibi görünen bir ürün ortaya çıkmış! Bir başka ürün, Ankara Tiftik'e bakıyoruz, hadi adında Ankara var diye ümitleniyoruz, ama moher oranı ancak %20'de kalıyor.


Bir başka firma, Alize'de de durum aynı. Angora Gold'da hiç angora yok ve %80'i akrilikten oluşuyor. Angora Special diye bir yün var, doğal fiber oranı bunda yüksek, ama angora yerine %60 tiftik (moher) var içinde. E o zaman adını niye Mohair Special koymuyorsunuz değerli Alize firması yetkilileri?



Nedense aklıma hep yeme içme konusundan örnekler geliyor bu noktada. "Hamburger hamburgerdir, köfte köftedir" demek istiyorum. "Acısız Adana kebap olmaz, acısız olursa Adana olmaz" demek istiyorum. Bir de, İngilizcede "pasta" denince makarna, "cake" denince pasta anlaşılması gibi bir kavram kargaşası var burada. Ben diyorum ki, her şeyi adıyla çağıralım, doğal ile yapayı, hakiki ile sahteyi karıştırmayalım.

Biliyorsunuz, Avrupa ülkeleri ellerindeki tarihi ve kültürel değerleri pazarlama konusunda müthiş başarılılar. Mesela sadece Fransa'nın Bordo şehrinin çevresindeki bölgede üretilen şaraplar Bordo şarabı olarak anılıyor. Bu şekilde hem Bordo şarapları aynı kalitede ama başka yerlerde üretilen şaraplardan daha pahalıya satılıyor hem de Bordo'nun reklamı yapılıyor.

Teknolojik yenilikler ve modernleşme bizi öyle esir almış ki, en ücra köylere bile gittiğinizde fabrikasyon ürünlerin her yeri kapladığını görüyorsunuz. Kerpiç bir eve giriyorsunuz, yerde keçe veya yün halı değil, plastikten dokunmuş bir hasır var. Tereyağı yerine margarin, pekmez yerine çuvalla alınan toz şeker tüketiliyor, çünkü daha ucuz.

Evet, ülkemizde insanlar yoksullukla, işsizlikle boğuşuyorlar, günü kurtarmanın derdindeler. Ama bu bizi öyle bir noktaya getirmiş ki, elimizdeki tarihi, kültürel ve doğal değerleri unutmuş, el emeği göz nurunu fabrikasyon ürünlerin tekdüzeliğine tercih eder olmuşuz. Böyle bir ortamda, %100 kaşmir bir atkının, bir moher hırkanın veya angora yününden bir berenin değerini bilmek önemli.

Son söz: Değerli olana değer vermek, doğal olanı tercih etmek gerek.