30 Mart 2010 Salı

Elizabeth Le Brun ve 200 yıl öteden bugüne hayat dolu bir Merhaba!

Size beni son dönemlerde en çok etkileyen bir resimden söz etmek istiyorum. Londra'daki Ulusal Galeri'de (National Gallery) pek çok ünlü ressamın eserleri sergileniyor, Monet'ler, Rembrandt'lar, Cezanne'lar, hatta Leonardo'nun eli değmiş bir tablo bile var, ama benim gönlümü Elisabeth Louise Vigee Le Brun adlı ressamın 200 yıldan fazla bir süre önce kendisini resmettiği bu tablo çaldı. Hatta bir keresinde Ulusal Galeri'ye sırf bu resmi görmek için gittim.
Nedir bu resmin özelliği? Bir kere Elisabeth Louise, sanki dün resmetmiş kendisini, o derece canlı, o derece "bugüne" ait bir resim. Başka bir döneme ait eşyalar, kitaplar, resimler, adı üstünde, başka bir döneme aittirler. Tarih, kendi atalarımızın tarihi bile olsa, yabancı bir diyardır. Bundan kırk elli yıl öncesine ait siyah-beyaz fotoğraflar, annemize, anneannemize bile ait olsa, başka bir dünyadan haber verirler. İşte bu resimde Elizabeth Louise, 200 yıl öncesinden bugüne "Merhaba!" diyor ve insan olmanın ortak paydasında buluşuyor bizimle.

Elbisesi, şalı, başındaki hasır şapkası, saçları, makyajı, kulağındaki küpeler... Kıyafetinin her ayrıntısını seviyorum. Kıyafeti kendi döneminin özelliklerini yansıtıyor, ama bugün kırmızı halıda arzı endam etse hiç yadırganmayacak bir sadelik taşıyor. Ama özellikle yüzündeki ifadeye hayranım. Hafif aralı dudakları, bize kendi hikayesini anlatmak, "Merhaba" diyen sesini ulaştırmak istiyor. Canlı, hayat dolu, resim yapmaktan büyük keyif alan ve bütün coşkusunu bizimle paylaşan bir kadın Elizabeth Louise Vigee Le Brun. Bundan sonra kendisinden Elisabeth Louise diye söz edeceğim.

Bu kadının hayat hikayesini araştırdıkça, çok ilginç şeyler öğrendim. Elisabeth Louise hakkındaki Wikipedia maddesinden başladım ve onun hayatı ve sanatı üstüne çok kapsamlı bir web sitesi buldum: http://www.batguano.com/vigee.html.

Elisabeth Louise, bir Fransız. 1755'te dünyaya gelmiş ve Fransız Devrimi öncesinde, "ancien regime" diye adlandırılan o eski kraliyet dönemini yaşamış. Devrimin ardından 1789'da Fransa'dan kaçmak zorunda kalmış ve 15 yıl boyunca Avrupa'nın önemli başkentlerinde, aristokratları, prens ve prensesleri, kraliçeleri resmetmeye devam etmiş. Şöyle dönüp bakıyorum kendi hayatıma, ben de büyük değişim ve dönüşümlere tanıklık ettim: 1989-90'da Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve Demir Perde'nin yıkılışı, 1990larda internetin ortaya çıkışı, 21. yüzyıla giriş, 11 Eylül ve Yeni Dünya Düzeni... Elisabeth Louise'in hayatındaki devrimler, dönüşümler, bunlardan aşağı kalmıyor.


Elisabeth Louise 1782 yılında Brüksel'de, ünlü Hollandalı ressam Rubens'in kendisinden yaklaşık 150 yıl önce yaptığı "Hasır şapka" adlı tabloyu görüyor ve bu tablodan çok etkileniyor. Bu tablodan ilhamla kendisini, çiçekler ve tüylerle süslü bir hasır şapka giyerken resmediyor. Rubens burada muhtemelen eşinin kızkardeşi Susanna Lunden'i resmetmiş. Aslında resimdeki şapka, keçeden yapılma bir şapka, ama Fransızcada keçe anlamına gelen poil kelimesi bir yanlış anlaşılma sonucu, hasır anlamına gelen paille'e dönüşmüş gibi görünüyor.

27 Mart 2010 Cumartesi

Bir Vogue kapağında bu kadar süpermodel biraraya gelirse...

Soru 1: Bu Vogue kapağını süsleyen güzellerin isimlerini sayabilecek misiniz?


Soru 2: Bu Vogue kapağı hangi yıla ait?


Askerlik günlerim aklıma geliyor, "Takım, Soldan say!" diye bağırmak istiyorum, ama böyle güzellerden oluşan bir takımın komutanı olsam herhalde heyecandan gıkım çıkmazdı!

NOT: Lütfen cevaplarınızı yorum olarak yazınız, moda bilginizi gösteriniz.

24 Mart 2010 Çarşamba

Mavi-Kahve renk uyumu ve Karen Mulder

Mavi ve kır-kahve tonlarındaki tüylerin uyumu! Gözünüz maviye takılırsa, kır-kahve-siyah renkli tüyleri fon olarak kabul edebilirsiniz, ama maviyi gökyüzü gibi bir arkaplan olarak düşünürseniz tam tersi de olabilir! İşte güzel bir kombinin sırrı burada yatıyor.
 Her ne kadar bu blogda daha çok kadın modasını, tabii özellikle kürk modasını ele alsam da, erkek modası, hele sezondan sezona değişmeyen, "klasik" erkek (centilmen) giyim tarzıyla da yakından ilgiliyim. Bu konuda, İngiltere'den Simon Crompton'un Permanent Style adlı blogunu hararetle tavsiye ederim. Mavi-kahve renk uyumunu gösteren tüylü resmi Crompton'un "sıradışı renk kombinasyonları"nı ele aldığı yazısından, ceket-gömlek-kravat-mendil uyumunu gösteren resmi Domenico Vacca'dan söz ettiği yazısından  aldım. İlk yazıda birkaç hoş renk kombini daha var, mutlaka görmelisiniz!

Geçen ay ""Fur and jeans" veya "mavi-kahve" renk uyumu"" başlıklı yazıda, özellikle 90larda çokça denenen kürk-blue jean kombinine örnekler vermiş ve oradan hareketle daha genel bir konuyu, mavi ve kahve renklerin uyumunu ele almıştım. Devam edelim ve bu sefer 90ların unutulmaz mankenlerinden Karen Mulder'in giydiği kıyafetlere bakalım. Karen Mulder'i daha önce de bloguma birkaç kez konuk etmiştim, "eli belinde" pozları ve DIY örnekleri yazılarından hatırlayacaksınız.


Sizlerle önce, Karen Mulder'ın "Gerçek Renkler" (True Colors) başlıklı bir editoryalde yer alan dört enfes fotoğrafını paylaşmak istiyorum. Hangi derginin hangi sayısında çıktı bu editoryal, tam olarak bilmiyorum, ama Amerikan Vogue ve 90ların ortası, yani Karen'in kariyerinin zirvesi olan bir dönem olduğunu tahmin ediyorum. Fotoğrafları, bu işin üstatlarından Patrick Demarchelier çekmiş.
Editoryalin ana teması, başlığın altında büyük puntolarla şöyle veriliyor: "Kürk önceleri tutucu ve fazla resmiydi, sonra baskılı, kapitone veya boyalı gibi uçuk kaçık şekillere girdi. Şimdiyse kot ve tişörtlerle birlikte giyilen, doğal yüzünü gösteriyor." Bu ilk karede Karen Mulder'i, Guess kot pantolon, Gap tişört, J Crew beyzbol kepi ve "loafer" ayakkabılarla, gayet "casual" bir biçimde görüyoruz. Parlak sarı metalden Changel kemer ve kolye, 90ların efsane rapçisi MC Hammer'ı hatırlatıyor. Karen'in üstündeki ipekli kumaştan haki renkli ceketin içi vizon kürkle kaplanmış. Böylece, vizonun koyu kahvesinden hakiye, oradan kotun açık mavisine ve son olarak tişörtün beyazına uzanıyoruz. Karen Mulder'in elindeki kahverengi battaniyenin bir işlevselliği olmayabilir, ama yumuşak dokusu ve püskülleriyle güzel göründüğü kadar, renk uyumunu vurgulamaya yarıyor.

Beni bir Karen Mulder hayranı yapan, onun o kendine sonsuz güvenen bakışları, duruşu, tam da bu resimdeki gibi...
"Bu resmi bir yerlerden hatırlıyorum, ama acaba nerden?" diyorsanız, lütfen yukarıya, "Bir Kürkseverin Notları" başlığını taşıyan blogun logosuna bakınız, evet işte bu resim o resim! Karen Mulder'in kıyafeti, renk uyumu üstüne bir mükemmeliyet tablosu. Ayağındaki kot pantolon, başındaki kep, koluna taktığı battaniye, hatta üstündeki anorağın yakası mavileri sağlıyor. Valentino tasarımı Alaska samurundan muhteşem kürk kabanı ise, kahvenin her tonunu içeren zengin renkleri, dokusu, yakası, manşetiyle olağanüstü.
Karen Mulder'in makyajı, saç stili, siyah güneş gözlükleriyle göz kamaştırdığı bir başka kare. Açık mavi kot pantolon, beyaz tişört, sütlü kahve rengi kaşmir hırka ve üstünde, bir tarafı kaşmir diğer tarafı samur kürkü olmak üzere çift taraflı kullanılabilen Fendi kabandan oluşan, "casual" ama aynı zamanda "über elegant" bir kombin.

Bu arada, fotoğrafçının maharetini de gözlüyoruz. Arka planlar kıyafetteki renk paletini çok güzel vurguluyorlar. İşte, yukarıdaki kolajda sağ üst köşeye yaptığım zoom'a dikkat edin, kabanın sağladığı kahve tonlar, fondaki flu ve yoğun maviyle nasıl ortaya çıkıyor...
Bu fotoğraftaki kürkün kısa ve sık tüylerin oluşturduğu dokusuna dikkat edin, bu "sheared beaver" adı verilen bir kürk. "Beaver" yani kunduz kürkünün doğal hali kendine özgü, biraz kaba bir görüntüye sahiptir. Bu kürkün uzun koruyucu (muhafız) tüyleri traşlanıyor ve geriye son derece yumuşak kısa tüyler kalıyor. Orjinalinden çok farklı bu görüntüyle sanki bambaşka bir kürk elde edilmiş oluyor. Son zamanlarda vizon kürklere de bu işlem uygulanıyor. Dikkat ederseniz, bundan beş altı yıl önce ülkemizde özellikle siyah ve koyu kahve renkleri çok popüler olan imitasyonkürkler işte bu dokuyu taklit etmeye çalışıyorlar.

Karen Mulder bu fotoğrafta öyle candan gülmüş ki, yüzünden hayat fışkırıyor! Makyajı, saç stili mükemmel. Deri-kürk kombini kadar, kot pantolon üstündeki siyah deri-altın sarısı metalik kemer, hele kemerin iki kez dolanmış olması dikkat çekici.

23 Mart 2010 Salı

Bir zamanlar her mankenin A5 ebadında profil kartı varmış...

Bir zamanlar... Bu yazı işte o bir zamanlardan, mankenliğin bir meslek olarak ortaya çıkıp kurumsallaştığı bir dönemin hikayesini anlatan önemli bir ayrıntı olan mankenlerin profil kartlarından söz edecek. Kaynağım, bu kartların basımında bir zamanlar tekel haline gelmiş Marlowe Press'in kurucusu ve sahibi Peter Marlowe'un sırf o bir zamanların eski ve güzel günlerinin hatırına açık tuttuğu web sitesi modelscomposites.com.
modelscomposites.com'da "Marlowe Press'in Tarihçesi 1965-1990" ve "Mankenliğin Kısa Tarihi" başlıklı yazıları okumalısınız. Marlowe'un hikayesi 1960ların ortasında başlıyor. Avrupa ve Amerika'da toplumsal hareketliliğin müthiş arttığı bir dönem bu, mankenlik de bir meslek olarak yavaş yavaş beliriyor, ama daha "top model" ve "celebrity" kavramları henüz gündeme girmemiş. Vogue'un kapak kızı çekimleri için mankenlere ödediği yevmiye 12 pound gibi, enflasyonu ne kadar hesaba katarsanız katın, bugünün standartlarına göre "komik" bir rakam. Daha ajans sisteminin, moda haftalarının vs tam oturmadığı bir dönem ve mankenlerin çoğu kendi başlarına çalışmak, bağlantılar kurmak zorundalar. Kendilerini, o ana kadar yaptıkları işleri, vücut ölçülerini vsfotoğrafçılara, editörlere, moda tasarımcılarına nasıl tanıtacaklar? Bir fotoğraf stüdyosuna gidiyorlar, afilli pozlar veriyorlar ve güzel kareleri fotoğraf olarak çoğalttırarak adeta "resimli kartvizit" gibi tanıştıkları kişilere dağıtıyorlar, ama bu hem bu şekilde kendilerine iş arayan mankenler için pahalı hem de mankenlere iş verme konumundakiler için kullanışsız bir yol. Mankenlerin dağıttıkları fotoğrafların ebatları farklı olabiliyor, bağlantı bilgileri vücut ölçüleri vs bu fotoğrafların arkasına bazen aceleyle yazılmış bazen unutulmuş oluyor vs. İşte Peter Marlowe burada karşılanmayan bir talep olduğunu tespit ediyor ve mankenlerin birkaç fotoğrafını, bağlantı bilgilerini ve vücut ölçülerini içeren standardize kartları icat ediyor ve bu kartlara "Composites" adını veriyor. Zaman içinde manken ajansları, moda tasarımcıları, dergi editörleri vs, moda sektöründeki herkes bu kartları kullanmaya başlıyor.  İşte hikaye bu.
Bugün artık mankenlerin resmi web siteleri, facebook sayfaları var. Jessica Stam dünyanın neresinde olursa olsun twitter'da 50 binden fazla takipçisine anında ulaşabiliyor. İnternet, cep telefonu, fotoşop, renkli yazıcı, dijital SLR fotoğraf makineleri, HD kameralar her yerde, herkeste var. İşte Marlowe Press, bütün bunların olmadığı bir dünyada, mankenliğin dizini, rehberi, katalogu olmuş.

modelscomposites.com sitesinin tabii en cazip tarafı, onlarca, 1965'ten 1990'a kadarki dönemde boy göstermiş yaklaşık 15000 (evet, on beş bin!) mankene ait 69 binden fazla profil kartına ulaşabilmek! Bu yönüyle site vazgeçilmez bir referans kaynağı. Öte yandan, ünlü mankenlerin profillerini "celebrities" başlığı altında derli toplu bir şekilde görmeniz de mümkün.

17 Mart 2010 Çarşamba

Sloane Street vitrinlerinde bir akşam gezintisi

Londra'da lüks moda markalarının mağazalarının toplandığı iki önemli cadde vardır: New Bond Street ve Sloane Street. Sloane Street'in kuzey ucunda Harvey Nichols bulunur, Harrods mağazası da bu noktaya epeyce yakındır. Güneye doğru ilerledikçe sağlı sollu Dior, Chanel, Prada, Gucci, Louis Vuitton, Bulgari  mağazaları yer alır. Cadde, Cartier ve benzeri birkaç mücevher mağazasının ardından Sloane Meydanı'na ulaşır. Bundan birkaç hafta önce Sloane Street'te bir akşam gezintisine çıktım. Bakalım vitrinlerde gözüme neler ilişmiş?

Harvey Nichols, vitrinlerinin en mutena köşesinde Alexander McQueen'i anıyor. Fonda McQueen tasarımlarından ve defilelerinden kareler, önde saydam bir plaka üstünde, Elle başeditörü Lorraine Candy'nin Vogue editörlerinden sözleri: "Kaybından ötürü son derece üzgünüm. Bundan sonraki genç moda tasarımcısı kuşaklar onun yaptıklarında daima bir sihir bulacaklar." Plakanın üstünde, kimi kanatlarını açmış uçarken, kimi plakaya tünemiş şekilde konumlandırılmış simsiyah üç-dört karga, ölümü simgeliyor olmalı.
Harvey Nichols'tan sonraki durağım Salvatore Ferragamo. Vitrindeki gri-sarı renkler dikkatimi çekiyor. Normalde hiç düşünmeyeceğim bir renk ikilisi, ama burada birbirlerine çok yakışmışlar. Soldaki gri kaban, deriden yapılmış gibi, hatta timsah derisi gibi pul pul bir yapısı var ama bu pullar gerçek olamayacak kadar büyük ve düzgün şekilli duruyorlar. Boyundaki eşarpın sarı-yeşil renklerini beğeniyorum.
Vitrindeki babetler ve önü açık topuklu ayakkabılar canlı ve cıvıl cıvıl renkleriyle kıpır kıpırlar. Renkler bana 60lı 70li yılları ve Cannes, St. Tropez, Capri gibi mekanlarda çekilen İtalyan ve Fransız filmlerini hatırlatıyor.
Sarı elbiseler Ferretti vitrininde de çıkıyor karşıma. Diğer tarafta pembe-fuşya tonlarında çiçek desenli elbiseler var, ama maalesef o akşam fotoğraf makinem yanımda olmadığı için iş Samsung Omnia cep telefonuma düşüyor ve o da gece çekimlerinde epey zorlanıyor. Vitrindeki elbiseler, fondaki katalog çekimleriyle canlılık kazanmış, onu da not ediyorum.
Escada vitrininde önü kocaman bir tomurcuk çiçek şeklinde süslü beyaz elbise, potansiyel müşterilerine, "Beni giyerseniz, paparazzi flaşları böyle üstünüzde patlar" mesajı veriyor.
Escada'nın vitrinindeki diğer elbise, gece mavisi renginde saten kumaştan, bana 20li 30lu yılların sessiz sinema dönemi ışıltılı şıklığını hatırlatıyor.
Gina vitrininde fonu, yukarıdan aşağıya uzanan parlak metal zincirlerin sağladığı ışıltı sağlıyor. Ama asıl ışıltı, insanın başını döndüren yükseklikte topuklu ayakkabıları süsleyen taşlarda...
Jimmy Choo vitrini beni biraz hayalkırıklığına uğratıyor. Leopar desenli çantayı anladım, ama yanındaki düz ayakkabılar çok formel, çok "business"vari. "HM için hazırladığı ayakkabılar bile daha gösterişliydi" diyorum kendi kendime.
Roger Vivier vitrinindeki kuştüyü şapka aksesuarları dikkat çekici. Ayakkabı ve çantalarda kullanılan parlak rugan deriler, pembe-krem renkler daha önce gördüğüm vitrinlerle ortak temaları paylaşıyor.
Dior vitrinindeki deri tayyör, klasik bir formun iddialı bir şekilde yeniden yorumlanması olarak beğenimi kazanıyor. Çantanın rengine, eşarpın şıklığına, ayakkabının sevimliliğine vuruluyorum.
Ve yine pembeler... Sloane Street'te daha çook vitrin var, ama bu yazı burada bitti!

11 Mart 2010 Perşembe

Oscar de la Renta'dan romantik bir gece elbisesinin hatırlattıkları

Oscar de la Renta'nın son New York moda haftasında sergilediği 2010-2011 sonbahar kış kolleksiyonundan bir elbiseden söz etmek istiyorum bu yazıda.
Bu elbise bir taraftan altın sarısı simli işlemeler ve boncuklarla süslü, ama diğer taraftan da çok farklı bir sadelik taşıyor içinde. Gerçi en sağda işşlemeler yakından ayrıntılı olarak görünüyor, ama elbiseye bir bütün olarak bakınca bu işlemeler sanki ağaçtan düşen yapraklara veya ışığa kanat çırpan kelebeklere benziyor. Göğüs dekoltesini boylu boyunca kaplayan samur kürk elbiseye çok yakışmış. Kürkün soldan sağa hafif bir kavis çizmesi, ucundaki saten fiyonku ve elbiseyle renk uyumu, göze çarpan mükemmel detaylar. Mankenin saçı, makyajı, duruşu, aksesuarsız yalınlığı, hepsi çok hoş.

Evet, birkaç gün önceki Oscar ödül töreninde Cameron Diaz giydi bu elbiseyi ama ben Keira Knightley'in üstünde görmek isterdim. Cameron Diaz'ın saçları, elbisenin altın sarısı ışıltısı içinde boğulmuş. Bence defiledeki mankenin saçları gibi biraz daha koyu olmalıydı. Cameron Diaz göze batacak aksesuarlar kullanmayarak doğru yapmış, ama tabii benim tercihim kürkü çıkarmaması yönünde olurdu... Elbisenin güzelliğini size daha iyi göstermek için Cameron Diaz'ın birkaç resmini kolajladım.
Oscar de la Renta'nın bu elbisesi, bana yıllar önce Britney Spears'ın giydiği bir elbiseyi hatırlattı. Britney Elle dergisinin Ekim 2000 sayısının kapak kızı olmuştu ve Britney'yi konu alan kapsamlı bir editoryal dergide yer almıştı. Tabii daha Britney'nin evlenmesinden, çocuk sahibi olmasından ve eşinin onu terk etmesinin ardından kafayı yemesinden önceki bir dönemden söz ediyorum. Genç kızlıktan çıkıp olgunluğa adım atmaya çalıştığı bir dönem. Zaten fotoğrafa eşlik eden yazı, "Bozulmamış gençliğin zirvesi olarak pazarlanan bir pop star hayranlarını küstürmeden nasıl bir kadın olur?" diye soruyor. Sonraki yıllarda Britney'nin bu sorunun cevabını nasıl veremediğini kameralar eşliğinde canlı yayında hep birlikte izledik...
Britney'nin giyim tarzı daha sonra tam anlamıyla rüküşlüğe gömüldü, ama bu editoryalde giydiği kıyafetler, bu elbise gibi şıklık ve zarafetin doruklarındaydı. Açık yeşil-pembe gül desenli kumaş elbiseye gençlik ve romantizm katarken omuz ve etekteki samur kürk kenarlar elbisenin daha bir formel ve şık durmasını sağlıyor.

Romantik balo elbiseleri, çiçek desenli veya işlemeli zengin kumaşlar, kürklü kenarlar... Bu ana temaları paylaşan birkaç örnek daha o zaman.
Yasmeen Ghauri ve Karen Mulder, Valentino'nun 1991 "haute couture" kolleksiyonundan iki elbise ile. Yasmeen'in elbisesinin düz eteği ile üst kısmındaki "crinkle" ve çapraz görünüm arasındaki kontrast, yandaki fiyonkla tamamlanıyor. Bugün podyuma çıksa güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş diyeceğimiz bir elbise. Karen Mulder'in elbisesinin kopkoyu bordo kadife rengi gözalıcı. Her iki elbisedeki kürk detaylar son derece şık duruyorlar. Yine her iki mankenin makyajları da olağanüstü, özellikle Karen Mulder'in kırmızı ruju!
Son olarak, Priscila de Gustin'i, Balmain'in iki "haute couture" kıyafeti içinde görüyoruz, soldaki 2001, sağdaki 2002 kolleksiyonundan. Altın sarısı parlak simler, pembe-fuşya-bordo renkler ve samur kürkün kahve tonları, gösterişli ve zengin bir renk paleti sunuyor. Soldaki mantonun çiçek desenli kumaşı bana Britney'nin elbisesini hatırlattı, ama Balmain'in bu iki tasarımı da romantizmden çok ihtişamı öne çıkarıyor.