16 Şubat 2010 Salı

Moda bloglarını ciddiye almak gerekir mi?

 Iconjane blogunda, IFW'de moda bloglarına gereğinden fazla önem verildiğinden şikayet eden moda tasarımcısı Hatice Gökçe'nin sözlerinden hareketle, moda bloglarının en önemli özelliklerinin blog yazarının kişisel bakışını yansıtması olduğunu yazmış ve moda bloglarının geleneksel medyadan hiç de aşağı kalmadığını ifade etmiş. Bu konudaki fikirlerimi önce Iconjane'in yazısına yorum olarak yazmak istedim, ama yorum sınırlarını aştığımı görünce, burada ayrı bir yazıya dökmeyi uygun buldum. Konuya derinlemesine eğilmeden önce hemen belirtmem gereken bir nokta var. Daha önce de yazmıştım, blog yazılarıma resimle başlamayı seviyorum diye, ama bu, yazıya neden Caroline Trentini'nin afeti devran bir resmiyle başladığımı açıklamıyor. Yazının sonuna kadar sabrediniz lütfen:)

Bence moda bloglarıyla geleneksel medya arasında bir karşılaştırma yapılacaksa bunu magazin basını veya televizyonla değil, moda dergileriyle yapmak en doğrusu.

Moda dergileriyle blogları arasında karşılaştırma yaparken benim aklıma dört önemli konu geliyor. Birincisi, bu iki mecranın ulaştıkları kitleler, ikincisi bu iki mecranın okurlarla etkileşim için sundukları ve sağladıkları imkanlar, üçüncüsü bu iki mecradaki içerik üreticilerinin birikimleri ve yetkinlikleri ve son olarak, bu iki mecrada yazanların moda endüstrisiyle aralarındaki profesyonel, etik, ticari ilişkilerin mahiyeti.
Moda dergileriyle moda bloglarının eriştikleri kitleler derken, herşeyden önce bu iki mecra kaç kişiye hitap ediyor, hitap ettikleri kitlenin özellikleri nelerdir, okurlarını ne derece etkileme kabiliyetleri var, bunlara bakmamız lazım. Az önce şöyle bir baktım da, Türkiye'de en çok satan moda dergisinin bile aylık tirajı 30 bine ulaşmıyor. 10 bin civarında satan dergiler var. Hadi bunların bir kısmını insanlar kuaförde, doktorda vs yerlerde beklerken okuyorlar diyelim, ama öylesine okuma değil, "dergi karıştırma" veya "göz gezdirme" denir. Tabii bir de, iş icabı vs nedenlerle her ay bütün moda dergilerini satın alanlar, kurumsal aboneler vs var. Öte yandan, hepi topu on-onbir moda dergisinden söz ediyoruz. Bunlara Marks and Spencer, Fabrika gibi firmaların kendi ürünlerini tanıtmak için çıkarttıkları dergileri de ekleyebiliriz, ama sonuçta İstanbul merkezli dar bir yayıncılık faaliyetinden söz ediyoruz. Moda dergilerinin ülke içinde ulaştıkları toplam farklı okur sayısı nedir? Benim tahminim, 100 bine ya ulaşır ya ulaşmaz.

Oysa eğer 10 tane moda dergisi varsa Türkiye'de, yüzlerce, belki binlerce moda blogu var. Blogspot/blogger, blogcu, wordpress, tumblr diye değişik öbeklerdeki blogların hepsini hesaba katınca uçsuz bucaksız bir alem çıkıyor karşımıza. Sırf benim takipçisi olduğum blogspot bloglarının sayısı 100'ü geçiyor. Binin üstünde takipçisi olan bloglar da mevcut, çok daha dar izleyici kitlesi olanlar da. Diğer bir önemli nokta, moda dergileri çoğunlukla karıştırılır, göz gezdirilirken, moda blogları ciddi ciddi okunuyor, hem de büyük bir dikkatle izleniyor.
Öte yandan, moda bloglarını şöyle bir tarayan biri, bir taraftan yemek, bebek ve çocuk büyütme, el becerileri, DIY gibi daha "kadınca" ilgi alanlarına, diğer taraftan edebiyat, sinema, cinsellik, spor gibi daha "popüler" ve "ünisex" ilgi alanlarına ne derece büyük bir eklemlenme kapasitesi taşıdıklarını da görecektir. Demek istediğim, moda bloglarını bir bütün olarak alınca ve blog alemi içindeki yerlerini hesaba katınca, ulaştıkları kitlenin moda dergilerinden hiç aşağı kalmadığını, hatta belki daha bile büyük olduğunu görüyoruz.
İkinci nokta, bu iki mecranın okurlarla iletişim ve etkileşim için sundukları imkanlara baktığımızda, blogların tartışılmaz üstünlüğünü görüyoruz. Evet, moda dergileri de künyelerinde adres, telefon, eposta vs iletişim bilgilerini yayınlıyorlar, ama kaç okur zahmet eder de dergiye yazar, görüşlerini, eleştirilerini, şikayetlerini bildirir? Bildirse bile bunların kaçı okunur, derginin sonraki sayısında yayınlanır?

Oysa çoğu blogda yazılara yorum yapabiliyorsunuz ve bu, blogları takip etmeyi müthiş eğlenceli kılan bir özellik. Okurlar bir blog yazısında ufacık bir hataya rastladıklarında, yazının yayınlanmasından dakikalar sonra yazarını haberdar edebiliyorlar, yazar da hatasını hemen düzeltebiliyor. Ya da yorum bölümlerinde blog yazarıyla yorumcular arasında veya yorumculardan biriyle diğeri (veya diğerleri) arasında tatlı çekişmeler, kinayeler, dokundurmalar yaşanabiliyor. Bu yönleriyle blogların geleceğin medyası oldukları tartışmasız bir gerçek.
Üçüncü nokta, moda dergilerinin profesyonel kadrosuyla moda bloglarının yazarlarının birikimleri ve yetkinlikleri. Moda dergilerinin editörlerine, yazar ve fotoğrafçılarına saygı duyuyorum ve eminim hepsinin CV'leri ışıl ışıldır, ama zaten öyle olması da gerekmiyor mu? Sonuçta hayatlarını bu işle kazanıyorlar ve ortaya çıkardıkları ürünün bir ticari değeri var. Ama işte bu, bir taraftan iyi bir şey, çünkü belli bir kaliteyi garanti ediyor, ama diğer taraftan da kötü bir şey, çünkü okurla aralarına aşılmaz bir duvar da örüyor. Moda dergilerinde çalışanlar, sonuç itibarıyla moda endüstrisinin bir parçası haline geliyorlar. Bu sadece Türkiye'de değil, dünyada da böyle. Vogue Amerika'nın gelirlerine baktığımızda mesela, büyük ölçüde reklama endeksli olduğunu görüyoruz. Bir anlamda moda dergiciliği, moda evlerinin reklamlarını yayınlayan, karşılığında ise editoryal içeriklerinde bu moda evlerinin ürünlerini allayıp pullayan bir simbiyoz ilişkiye tekabül ediyor.

Oysa moda bloglarının yazarları okurla aynı tarafta. Onlar da birer okur, birer tüketici, birer izleyici. İşte moda bloglarını sahici kılan ve onlara müthiş bir güç kazandıran tam da bu, yani bağımsız olmaları. Evet, son dönemde blogların popülaritesinin artmasıyla, ünlü moda bloggerlarından bazılarının çizginin öbür tarafına geçtiklerini ve ruhlarını şeytana sattıklarını görüyor, izliyoruz. Tıpkı bir zamanlar fotokopi veya tekstil makinesiyle çoğaltılan ve elden ele dağıtılan fanzinlerin, alternatif dergilerin içinden çıkan bazı isimlerin profesyonel dergi dünyasına geçmeleri gibi, blog dünyasında parlayan bazı isimlerin de çarkın bir parçası haline gelmeleri mümkündür, ama bu, temel paradigmayı değiştirmiyor. Biri gider, bini gelir...
Eee, şey, yukarıda ele alacağım konuları madde madde sıralarken "son olarak, bu iki mecrada yazanların moda endüstrisiyle aralarındaki profesyonel, etik, ticari ilişkilerin mahiyeti" demiştim, ama şimdi yazdıklarımı tekrar okudum da, yukarıda moda dergilerinde çalışanların CV'lerinden söz edince, coşarak kendimi kaybetmiş ve zaten bu konuda söyleyeceklerimi çoktan söylemişim!
Moda dergilerinde belli kalitede bir içerik, belli yetkinliğe sahip profesyoneller tarafından hazırlanıyor, orası tamam, ama işte bu süreç bir süre sonra bu dergileri kendilerini tekrarlayan, sıkıcı bir döngüye sokuyor aynı zamanda. Bir moda dergisini okurken güldüğümü hiç hatırlamam, belki genelde bu dergileri dişçide sıra beklerken okuduğum için bana özgü bir durumdur diyicem:) ama, moda bloglarını okurken kahkahalarla güldüğüm çoktur, o yüzden eğlence, özgünlük ve farklı konuları ele alma yönlerinden blogların ciddi bir üstünlükleri olduğu da açık bence. Ayrıca blog yazarları arasında, eskiden moda sektöründe çalışmış veya başka yönlerden sanat, tasarım vs konularıyla ilgilenmiş, son derece bilgili ve ne yazdığını/ne yaptığını bilen çok sayıda kişi var. Zaten yüzlerce izleyicisi olan bloglar kalitelerini hemen belli ediyorlar.
Geldik yazının sonuna. Iconjane'in bir tespitine şiddetle katılıyorum, blogların en önemli özellikleri ve en güçlü yanları, özgünlükleri ve kişisel olmaları. Bir dergide yazılanlar, yazarını, derginin editörünü, dergiyi, derginin bağlı olduğu medya grubunu, grubun patronunu vs müteselsilen ve zincirleme olaraktan bağlarken, blog yazarının yazdığı, yalnız ve sadece kendisini bağlar.
Eğer benim blogumu takip ediyorsanız, Caroline Trentini'ye özel bir ilgim olduğunu ve onu bir sürü yazıma konu ettiğimi biliyorsunuzdur. O zaman sizin için bu yazının içine serpiştirilen Caroline fotoğrafları sürpriz olmayacaktır. Moda bloglarıyla moda dergilerini karşılaştıran bu yazı bir moda dergisinde yayınlansaydı, kimbilir nasıl görseller eşlik ederdi yazıya? Ayrıca muhtemelen, editörün altın makasıyla kuşa çevrilmiş olurdu. Böylece dişçide birazdan dişi oyulacak biri beklerken bir de bu yazıyı okuma işkencesi çekmemiş olurdu:) Ama burası bir blog, hem de öyle sıradan, rastgele bir blog da değil, bir kürk severin, Coşkun Hürsel'in blogu ve Coşkun son kuşak süpermodeller içinde en çok Caroline Trentini'yi sevdiği için ne zamandır Caroline'ın manken arkadaşlarıyla çektirdiği, tatlı mı tatlı, şirin mi şirin defile öncesi ve sonrası "backstage" resimlerini bir yazıda kullanmak istiyordu, sonra birden, böyle en kel alaka yazıdan daha uygun bir yer olamayacağını düşündü ve hemen eyleme geçti!

Olay budur.

9 yorum:

  1. Okurken çok keyif aldım,doğru söze ne denir:)Kelimesi kelimesine aynı fikirdeyim.Neden blog sempatizanı olduğumu bir kez daha gülümseyerek hatırladım sayende..Teşekkürler:)

    YanıtlaSil
  2. çok keyifli yazı!harikasiniz! tespitler, artilar, eksiler hepsi yerli yerinde, ve bir blogcunun kisisel blogunda, hicbir ticari kaygi tasimadan zevkle saatler verilen blogunda objektif olmaya,nazik olmaya,somut kistaslarla fikri ortaya koymaya calistigini da ispatlayan bir yazi. Pasa gonlumun blogu bana ne demedi kimse bu konuda,fikrini ve tezini fevri aciklamalarin onune gececek sekilde ortaya koydu, bu anlamda moda blogcularina hayranligim da(kendim dahil:)) bir kez daha artti!

    tavi'nin kurdelesiyle bir editorun gorusunu kapatmasi, kampanya fotograflarinin once bloglara dusmesinin bazi kesimleri rahatsiz etmesi ve son olarak hatice gokce'nin kismen dogru, kismen gereksiz aciklamalari nedeniyle bence bu konu daha cok konusulacak.ama dediginiz gibi bloglar bir cok alanda ve bir cok tarzda guclenerek var olacaklar bence,su anda blog yazmak da, takip etmek de, bloglari sevmek ya da elestirmek de sadece "trend". zamanla taslar yerine oturacak.
    bu konu hakkinda ben de sizler gibi uzun bir yazi hazirlamistim ama sizinki de iconjane'inki de cok yerinde, keyifli ve isabetli!

    YanıtlaSil
  3. yazının kime ait olduğunu bilmeseydik, yine de detaylı incelemeden, kibar üsluptan, hepsi bir yana Caroline'ın fotolarından Coşkun Hürsel'in elinden çıktığını anlardık.
    Sadece moda bloglarını değil, sanat, sinema, güncel, günlük hiç farketmez blogların gündemin nabzını nasıl tuttuğunu inkar etmek sadece dikkat çekme çabası olarak yorumlanabilir.Bir çeşit Hülya Avşar taktiği gibi geldi bana. en azından hepimiz bir kez girip sitesine bakacaağız şimdi:)

    YanıtlaSil
  4. Tespitler süper elinize sağlık harika bi yazı olmuş.

    YanıtlaSil
  5. Güzel yorumlarınız için hepinize teşekkürler:) Blog yazmanın en keyifli yanı bu işte!

    YanıtlaSil
  6. Keyifli yazının konusu moda blogları olunca ben de birkaç kelam edeyim istedim.Bir nevi bana da söz hakkı doğdu:)Söylediklerine tamamen katılıyorum.Moda dergilerilerinin büyük markaların reklamını yaptığı ve textil sektörünün bir parçası olduğu çok doğru. Ünlü bir moda dergisi 2000TL'lik çantayı allayıp pullarken kime hitap ediyor,bu çantayı belli bir kesim rahatça alabilirken sokak modası buna ne cevap veriyor?Bence tam burada moda blogları devreye giriyor.Moda editörlerine gelince CV'leri ne kadar kabarık bilemem ama blog yapmaya başladığımda markaların sitelerinden derlediğim fotoğraf ve hazırladığım yazıların moda sitelerinde birebir kopyalanmış görünce açıkçası şaşırdım ve saygımı kaybettim.Artık sadece moda bloglarını takip ediyorum.Yazı yazmayı bıraktım diyebiliriz.Amacım "ne moda,nasıl kombinlenir" görsellerini sunmak.Neyse çok konuştum,yazı için tekrar teşekkürler blogdaşım..

    YanıtlaSil
  7. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil